PARTIYA DEMOKRAT´A KURDISTAN - XOYBUN

PDK - XOYBUN



1 - TÜRKİYE KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ’NİN KURULUŞU
Ö N S Ö Z

1 - TÜRKİYE KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ’NİN
KURULUŞU


11 Temmuz 1965 tarihinde ve Said Elçi Başkanlığında kurulmuş bulunan bu partinin kurucularından biriyim. 21 Ağustos 1965 te, Diyarbakır Turistik Otel’de yemin ederek kurucular kurulunda yer alan Avukat Faik Bucak ile sayımız 6’ya çıktı. Böylece Başkanlığa Faik Bucak, Sekreterliğe Said Elçi ve Muhasipliğe bendeniz getirildim. Partiyi kuran bu altı kişinin isim ve “kod isimleri” şöyledir:

1 - Faik Bucak (ZINAR) , 2 - Said Elçi (Peşmergê Welat) , 3 - Hala yaşayan saygıdeğer bir arkadaş (DURNAS) , 4 - Derviş Akgül (JİREK) , 5 - Ömer Turhan (Bendeyê Welat) ve 6 - Şakir Epözdemir (Evindarê Welat)


Partiyi kurmamızda Fehmi Bilal (Şeyh Said Efendinin katibi) rol oynadı. Faik Bucak, Kemal Badıllı ve özellikle Said Elçi’nin de büyük rolleri vardı. Durnas arkadaşımız genç bir avukattı, ancak onun da karar aşamasında rolü büyüktü. Derwêş Sado Suriye’de okumuş, Cıgerxûn, Osman Sabri ve Nureddin Zazalar’ın divanlarında oturmuş, Mala Haco’ların gençleriyle beraber büyümüş, üç dil bilen ve Kürtlükten başka hiçbir hobisi olmayan ve de bütün iftiralara rağmen hiçbir zaman ve hiçbir yerde Kürtlüğünden zerre kadar taviz vermeyen kararlı bir arkadaşımız idi. Ömer Turhan Eruh’luydu. Sasun ve Diyarbakır’da Özel İdare, Tahrirat Katipliği gibi görevlerde bulunmuştu. Siirt’in “Mala Axê” denen Axa ailesindendir. Okuyan, düşünen ve değerlendiren bir yapısı vardı. Kararlı, azimli ve kabiliyetli idi. Çekirdek kadromuz, değil 1965’te; 2005’te de en iyi ve en seviyeli bir kadro idi.

Partinin kuruluşunda rol oynayan en büyük faktör hiç şüphesiz o günün şartları ve bu şartlardan doğan ulusal bir ihtiyacın var olduğudur. Türkiye’de yaşayan on milyon civarında Kürdün cumhuriyetin hiçbir nimetinden, kendi kimlikleriyle istifade etme hakları yoktu.
( Bugün olmadığı gibi ) İran, Irak ve Suriye’de Kürt partileri vardı. Irak KDP Bağdat diktatörleriyle savaş halinde idi.

Türkiye’de resmi görüş ve baskının Kürt halkını ne duruma getirdiğini hala hatırlayan kuşaklar vardır. Din, Mezhep, tarikat ve çeşitli inançlara ilaveten ideolojik ve enternasyonal bir cereyan ortaya çıktı. Nasılki daha önce “ her şey kaderdir” , “Şeyhim Rehberdir”, “Ali Serwerdir” deniliyorsa, şimdi artık, ulus ve ulusçuluk büyük bir günah sayılmaya başlandı, Lenin ve Stalin zirveye çıkarıldı, aydın ve okumuş yurtsever kesim bunların peşine düştü. Bütün bu nedenlerin yanında bir Kürt Partisine özlem duyan geniş bir kitle vardı.

Biz Partiyi kurduk. Amed, Farqin, Botan, Sasun, Garzan, Batman, Siirt, Serhat, Nusaybin, Kızıltepe, Bingöl, Urfa ve geniş bir alanda örgütlendik. Faik Bucak’ın Temmuz 1966’da katledilmesine, Said Elçi’nin sürgüne gönderilmesine ve Durnas arkadaşımızın askere gidip bir daha çalışmalarımıza katılmamasına rağmen; 1965 - 1967 sürecinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin korkulu rüyası haline geldik. Ve de Kürt solunun paniğine yol açtık. Biz Diyarbakır ve Antalya Mahkemelerinde Prtinin programını savunmaya başlayınca, Kürt solu kendine kendine çeki düzen vermeye başladı. DDKO’nun etrafında toplandılar, Türkiye İşçi Partisi Kurultaylarında Kürt Meselesini gündemleştirdiler. Bu Partinin asıl çalışma ve teşkilatlanma süreci Ağustos 1965 ile Aralık 1967 dir. 1967’de, enerjimizin çoğunu “Doğu Kalkınma Mitingleri”ne verdik. Ocak 1968’den, Kasım 1971’e kadar, bütün zamanımızı Doktor Şıvan ve şürekaları çaldı. Ceza evinde ve cezaevinden çıktıktan sonra, artık hiçbir faaliyetimiz yoktur. Şayet Antalya Mahkemelerinde siyasi savunmalarımızda olmasaydı, bir tüzük ve bir mühürden başka, inandırıcı hiçbir şeyimiz olmayacaktı. Dervişê Sado’nun daha geniş bilgi yazısını kitabın sonuna ekledik, Parti hakkında bilgilenmeniz açısından Deviş arkadaşımızın yazısını okumanızda yarar görüyorum..

2 - MAHKEME SÜRECİ


Antalya Mahkeme safhası genellikle, sorular ve cevaplar şeklinde idi. Birinci duruşmada bizlerin Kürtleri ve Kürdistan’ı savunduğumuzu gördükleri için; mümkün mertebe sorulardanda kaçmaya çalıştılar. Genelde Mahkemenin usul ve kurallarıyla, Mahkemenin reddi ve reddimizin reddi ile, bilirkişi talep ve bu konunun sürüncemeye havale edilmesi ile ve sıradan şeylerle geçiştirildi..

1968’li yıllarda Türk hukuk işleyişini, o dönemdeki hakimlerin ve kamuoyunun bu soruna bakışlarını okuyucuya yansıtmak için bu kitapçığı yayınlamaya karar verdim. Dolayısıyla, kitabın arkasında “ANTALYA ANILARI” başlığı altında bir çok konuda ipuçlarını verdim. Umarım ki siz sevgili okuyucular bu kayıtları da ilgi ile okursunuz.

Antalya Mahkemesi olayımız, tarihte ilk olarak Türk Mahkemeleri önünde Kürt yurtsever aydınlarının; bir Kürt Partisinin programını savunma olayıdır. Türk halkına , Türkiye halklarına ve Türk Hakimlerine, Kürdistan ve Kürt sorununu çok açık ve korkusuzca anlattım, savunma ve çok vaciz bir şekilde demokratik istemlerde bulunan bir kadronun mahkemesidir. Bu yüzden, her Kürdün ve “aydın”ım diyen her Türkiye’linin bu kitapçığı satır satır okumasının gerekliliğine inanıyorum.

Bu savunma, sadece Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin, Kürt’lerin ve Kürdistan’ın savunması değildir. Bu savunma, Türkiye’nin ,Türkiye halklarının ve Türkiye’de yaşayan herkesin geleceklerinin savunmasıdır. Şayet bu savunmada istenilen basit insani haklar zamanında verilmiş olsaydı, Türkiye şimdi çok kolaylıkla dünyanın ilk on devleti arasında mutlu, müreffeh, çağdaş ve hak ettiği yeri almış olurdu. Eğer bizim isteklerimize kulak verilmiş olunsaydı, ne onbinlerce insanın kanı dökülür, ne metropoller cehennneme çevirilir, ne de binlerce köy yakılır, yıkılır ve milyonlar göçettirilmek zorunda bırakılırdı..

Bu bakımdan da, 1960’lı yıllarda Kürt aydınlarının istemlerini bir daha gözden geçirmekte yarar buluyorum. En basit ve masum isteklerimizin el’an da geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Türkiyen’nin tüm aydınlarının bir nebze olsun Kürt yutseverlerine de kulak vermeleri bakımından bu kitapçığı gözden geçirmelerini Türkiye’nin genel menfaatleri bakımından faydalı görüyorum.

Ben bu savunmayı Türk Mahkemeleri önünde yaparken; en büyük ilham kaynağım Fehmi Bilal, Faik Bucak, Kemal Badılli, Sait Elçi ve bunlara bağlı olarak TKDP’de yer alan çok değerli arkadaşlarımdan aldım. Bu davaya inanıyordum. Gerçeklere ve realiteye inandığım için, hiçbir zaman inanç ve umudumda en ufak bir tereddüt hasıl olmamış ve olmayacaktır. Bu konuda bana en büyük cesareti veren, bilgeliği ve kararlılığı ile beni destekliyen, savunmamı edebi bir şekilde tanzim eden Tatvan Şehidi, sevgili kardeşim Avukat Şevket Epözdemir’e en derin şükranlarımı kaydetmeden geçemiyeceğim. Ayrıca Baykan Ziraat Odasının o zamanki başkanı olan amcam Ali Epözdemir’in bu kuruluşun daktilosuna geçirmem için bana satır satır okuyarak beni manen desteklediği için o’na da Allahtan rahmet diliyorum. O zaman Şevket Partinin Diyarbakır Bölge Başkanı (Serokê Koma Herêmi), Ali Amcam da, Baykan Bölgesi Başkanı (Serokê Koma Cî) idiler. Bu kayıtları yaparken, savunmamda katkıları bulunan bu değerli kişilerin haklarını eda ettiğimi düşünüyorum.

Bu kitapçığın eksiği Antalya C. Savcılığının dava hakkındaki iddianamesidir. Hem Diyarbakır C. Savcılığının soruşturma ile ilgili ve hemde Antalya C. Savcılığının dava ile ilgili iddianamelerinin metinlerini kitaba ekli bulunan İzmir Güvenlik Mahkemeleri (DGM) Karar Matbatasında bulmanız mümkündür. Antalya Mahkeme kararında da iddiaların nelerden ibaret olduğunu anlamamız mümkün. Ancak İzmir DGM Kararının “Suç Vasfı” başlığı altındaki metin, bu eksiği tamamlamaktadır.


Bu kitapçığım, Türkiye’ye, Kürt’lere ve Türk’lere yarasın...


11 Temmuz 2003



AĞIR CEZA MAHKEMESİ YÜKSEK MAKAMINA

ANTALYA



DOSYA NO : 1968/235

S A V U N M A D I R:

M. Şakir Epözdemir



Sayın Yargıçlar Kurulu;

Zor kullanmadan, zulme karşı sonuna kadar direnen, tüm savaş ve kavgalara karşı olan, pasif direnmeyi ve insan sevgisini beşeriyete miras bırakan silahsız savaşçı Mahatma Gandhi’in sömürgeci İngiliz yargıçlarına tevcih ettiği “acaba Hindistan’daki mevcut ceza evlerin’de yer kalmadığı zaman, yaptığımız bu insani ve hukuki mücadelemiz yine suç sayılacak mı?” şeklinde ki gayet açık ve düşündürücü sözleriyle KÜRT MİLLETİNİN insanca yaşama davasının SAVUNMASINA başlıyorum..

Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir devrinde baskı kanunları insanoğlunun gerçeğe dayanan mücadelesini ortadan kaldırmamıştır. Hele bu heyecan ulusal bilinçten geliyorsa, maddi ve manevi hukuktan yoksun bırakılmış mazlum bir milletin müşterek arzu ve talebi haline gelmiş mukaddes bir gaye olarak telakki ediliyorsa; Mahatma Gandhi’nin Büyük Britanya İmparatorluğunun yargıçlarına tevcih ettiği soruyu yabana atmamak zaruretini geç kalmadan idrak etmemiz Türkiye’mizin menfaati için kaçınılmaz bir fırsattır.

Acaba ekonomik, kültürel, sayısal ve sosyal haklarından yoksun bırakılmış milyonlarca Kürt, bu zillet ve esaret zincirini boynunda sonsuza dek taşımaktansa, İNSANCA YAŞAMAK uğruna zindanları seve seve tercih ederek Türkiye’nin tüm zindanlarını şeref ve gururla dolduracağı gün, hak ve özgürlük taleplerimizi dile getirmiş bulunan, insan hakları ilkelerine uygun, “Misak-ı Milli” prensibine sadık, Türk-Kürt kardeşliğini ve hak eşitliğini amaç edinen “TÜRKİYE KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ (TKDP)” nin elinizde mevcut nizamnamesi yine suç sayılacak mı?

Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürt Halkına, Onun varlığına hayat hakkı tanımak istemeyen hükümet erkanlarıyla, sadece kuvvete inanan ırkçı, Turancı, faşist ve hayalperestlere soralım: Katliamlarla, özel iskan kanunlarıyla, tehditler, dipçikler, Müfettiş-i Umumiler ve Takrir-i Sükun kanunlarıyla susturulamayan bir millet,acaba Mossolini ve Hitler’in memleketlerinde bile bu gün insanlık dışı sayılan Türk Ceza Kanununun faşist ve ırkçı maddeleriyle mi susturulacaktır?

Tüm çabalarımıza rağmen yılmayan, açık ve kapalı asimilasyon ve jenosid planlarınızı boşa çıkaran, nihayet milli varlığı koruyarak, dimdik ve dipdiri ayakta duran KÜRT ULUSU, elbette bu kanunun ve bu günkü tutumunun hiçbir şeyi çözemeyeceği gerçeğinin bir kez daha ispat edecektir.

Şair’in dediği gibi;
“Bütün esbabi cefalar toplanıp gelse” bile Kürt milleti Kürt kalacaktır, Asimilasyon hesaplarınız yanlış çıkacak ve TÜRKİYELEŞMEYİ kendisine amaç edinen KÜRT AYDINI asla Türkleşmeyecek, Türkleştirilemeyecektir.” Anlaşamadığımız en önemli nokta budur. “Türkiyelileşelim” diyoruz. Tam 46 yıldır bağırıyoruz. “gayemiz birlik, beraberlik ve hak eşitliğine dayanan kardeşliktir” diyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda herkes gibi emeği olan Kürtlerin bu mukaddes yapıyı asla yıkmak istemeyeceklerini ne yazık ki Türk İdarecilerine anlatamıyoruz, anlamak istemiyorlar. Sesimizin geldiği tarafa bakmak şöyle dursun, kulaklarını tıkıyor, yapılmış ve yapılmakta devam edilen kötülüklerin hesabı sorulacak fobisiyle ürküyorlar, korkuyorlar. Suçluluk duygusunun korkunç dişlerini rüyalarında gördükçe şiddet metotlarına başvurarak Türkiye’nin başlıca sorunu olan KÜRT MESELESİNİ tehlikeli maceralara götürüyorlar.

Kürt halkının kinci ve intikamcı olmadığını, Türkiye’nin birlik ve beraberliği uğruna her fedakarlığa katlandıklarını ne yazık ki bilmek istemiyorlar. Tekrar ediyorum; Türkiye’de yaşayan tüm halkların HAK EŞİTLİĞİ esaslarına dayanan TÜRKİYELİLEŞMEYE evet, ama IRKÇI bir gayeye dayanan TÜRKİYELİLEŞMEYE hayır. Bu “hayır” kelimesi bir milletin en doğal hakkı olan, kaynağını tarihin evrim şelalesinden alan ve tarihin belirli dönemlerinde yanlış gidişlere DUR diyen “HAYIR”dır.


Sayın Yargıçlar;


Vereceğiniz ceza ne olursa olsun KORKMUYORUZ. Biz bu korkusuzluğu ve cesareti HAK’tan alıyoruz. Bizi huzurlarınıza tesadüfler çıkarmamıştır. Bizi sanık sandalyesine çıkaran olay, mazlum halkımın tarihi gerçeklerinin oluşumudur. Madem ki, tarihi oluşumlar beni buraya getirdi, gerçekleri olduğu gibi söylemek zorunluluğu duyuyorum.

Gerek 1961 Anayasamızın temel felsefesine, gerekse Mustafa Kemal ve Ziya Gökalp’in milliyetçilik anlayışına göre; TC’de ‘Milli Duygu” şu esasa dayanmaktadır: “Misak-ı Milli sınırları içinde Türkiye’nin bağımsızlığı” İlk Cumhuriyet kadrosunun milliyetçiliğe verdiği anlam “VATAN SINIRLARI İÇİNDE BAĞIMSIZLIK” prensibidir.

O günkü kadronun heyecan ve arzusu ne ise, şüphesiz bu gün dahi gerek Türk, gerekse Kürt halkları aynı duyguyu taşımaktadırlar. Buna mecburdurlar. Bizleri birleştiren etkenler bu günde mevcuttur. Bu gün de emperyalizmin oyunları karşısında bir arada yaşamak zorunluluğu duymaktayız. Milli mücadelede olduğu gibi, bu günde Türkiye’deki etnik grupları bir arada tutan ve bir Türkiye bütünlüğünü meydana getiren, sanıldığı gibi kaba kuvvet ve tesadüfler değildir. Yurdumuza etraftan yapılmış ve yapılmakta olagelen baskıların zorunlu bir neticesidir.

Bu tarihi gerçekleri göz önünde bulundurarak, bize “bölücü” ithamında bulunan bağnaz görüşe, “Emperyalistlere alet oluyorsunuz”, “İngilizlere, Ruslara maşa oluyorsunuz” diyen boş kafalara seslenmek istiyorum. 1967 de birkaç miting düzenleyerek gelmiş, geçmiş ve mevcut hükümetlerin icraatlarını tenkit ederek, Kürdistanın dertlerini ve haklı davasını sayın Türk halkına şikayet etmek isteyen Kürt aydınlarına“Makaryostan yardım alıyorlar” diyecek kadar basiretsiz olduklarını bir defa daha kanıtlayan ve iki de bir “Amerikan Barış Gönüllüleri Doğuda Kürtleri kışkırtıyor” şeklindeki itham ve isnatlarıyla Türk-Kürt kardeşliğini zedeleyenlere biraz insaf temenni ettikten sonra bir Kürt olarak huzurunuzda sömürüyü ve diktayı sürdürmeye çalışanlara haykırıyorum; Türk Ulusunu ne zaman arkadan vurduk? Milli Mücadelenin kıvılcımlarını yaratarak “Anadolu Bağımsızlığı” meşalesini Doğulu yakmadı mı? İzmir’de Yunanlıların atlarının ayakları altında Türk bayrakları serilirken, Bursa’da Orhan’ların ve Yıldırımların beyinlerinde çan sesleri çınlayarak mezarları çiğnenirken, doğulu Mustafa Kemal etrafında Bağımsızlık Yemini etmedi mi? Mustafa Kemal Samsuna çıktıktan bir ay sonra 13 Haziran 1919 da Edirne’de bulunan 1.Kolordu komutanına çektiği telgrafta “Kürtlerle Türkler birleşti” tabirini kullanarak Kürt milletinin gönüllü olarak Türkiye’nin kurtuluş savaşına katıldıklarını tarihe mal etmedi mi?

Şu anda ulusal sorunlarımız nedeniyle, yargılanmak ta olduğumuz Antalya ve yöresine göz diken İtalyanlara mı, Ankara kapılarına dayanan Yunanlılara mı, Güney Anadolu topraklarımıza hakim olmak isteyen Fransızlara mı, yoksa Kerkük ve Musul petrolüne sahip çıkan İngilizlere mi alet olduk. Diğer Müslüman uluslar gibi emperyalistlerin kanatları altına girerek sizi arkadan mı vurduk? Aynı kanatlar bize açıldığı halde birlik ve beraberliğimiz için ret etmedik mi? Müstakil Kürdistan mücadelesini bir yana bırakarak, Türk halkıyla kader birliğini tercih etmedik mi? Emperyalistler Lozan’da İsmet Paşayı sıkıştırdıkları günlerde temsilcilerimiz vasıtasıyla “Türkiye’de Kürdistan meselesi yoktur, biz kendi sorunlarımızı kendimiz hallederiz” mealinse bayanlarda bulunup emperyalistlerin emellerini suya düşürmedik mi?

Milli mücadele bittikten ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kürt Ulusu, aldatılmış olduğunu fark etti ve Bir kenara itildiğini gördü. Çözüm bekleyen sorunlarına kimse eğilmedi. Üstelik Kürdistan’a gönderilen jandarma dipçikleri, daha önce Türkiye’nin kurtuluş mücadelesini veren insanların kafasına indirildi. Bu haksızlığa karşı tahammül edemeyen Kürtler, haklı olarak yer yer ayaklanmışlardır.

Yeri gelmişken şu noktayı belirtmeden geçmeyeyim. Kürtlerin ulusal ayaklanmalarında İngiliz ve Fransızların tahrik ve yardımları olduğu söylenir. Son zamanlarda İsmet Paşa bile “Şeyh Sait isyanının bir İngiliz tahriki olduğuna dair bu güne kadar sarih bir hükme varılamamıştır.” diyerek 46 yıldan beri yapılan bu mesnetsiz ithamlara kendileri en açık şekilde cevap vermişlerdir.

İngiliz Muhipler Cemiyetini kuran özbe öz Türkler, Anadolu’yu İngilizlere, Amerikalılara peşkeş çekti. “Teali İslam Cemiyeti” ile bizi arkadan vuran Arapların oyununa gelen özbe öz Türkler değilmiydi? Sizler Hilafet Orduları altında Yunan Palikaryaların yanını tutarak, Türk ve Kürtlerden karışık Mustafa Kemal ordularının üzerine saldırmadınız mı? Mustafa Kemal’in ölüm fermanını sizler verip, bu ölüm fermanı fetva bildirilerini Yunan uçaklarıyla Anadolu toprağına serpmediniz mi? Milli Mücadeledeki isyan ve direnişleriniz bu gün dahi kanlı Pazar ve cenaze namazlarıyla İstanbul ve Ankara sokaklarında hala hortlamıyor mu?

Bütün bu tarihi gerçeğe rağmen Kürt ulusuna, onun haklı ve doğal taleplerine “bölücülük” demek insafsızlık değil de nedir?


Sayın yargıçlar;


TÜRKİYE KÜRDİSTAN DEMOKRATİK PARTİSİ’ni kurmak ve faaliyet göstermek isnadıyla huzurunuzda bulunuyoruz. Partinin elinizde bir nizamnamesi vardır. İddia “gizli cemiyet” kurduğumuz mevkiindedir. Bu iddiayı bir an kabul etsek bile, tüzük ve programda yer alan ana gayelerimizin gayet insani olması bakımından, gizli faaliyetlerimizde dahi “bölücü” olmadığımız gayet açık bir şekilde belgelenmiyor mu?

TKDP nizamnamesinin başlangıç kısmında yer alan temel amaçlarını tekrarlayalım;

“ .....Parti her şey den önce demokratik, insani ve Cumhuriyetçi yolda yürüyecek, parti Milli Misak sınırlarına ve esaslarına sadıktır. Çünkü parti, birlik ve kardeşlik inancında olup, Türk ve Kürtler arasında fark gözetmez.”

TKDP programı böylece, 46 yıldan beri ağır ithamlar altında ezilen, bölücülük ve vatan ihanetiyle itham edilen ve yapılan tüm tahriklere ve iftiralara rağmen sağ duyudan asla ayrılmayan Kürt milliyetçisinin amaç ve düşüncesini dile getirmiştir.

Misak-ı Milli sınırları içinde Kürt ulusunun siyasi, ekonomik ve kültürel haklarını savunmak, bu doğal hakları TC Anayasasının ve BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ışığında gerçekleştirmek ve ulusal varlığımızı aynı anayasada kaydedilmesini istemek, asla bölücülük değildir. Tam aksine beraberlik ve kardeşliği öngörmektedir.

Bilim dilinde, “en basit haklar” olarak anılan bu isteğimizi çok gören, Kürdistan ve Kürt sözcüklerini tabulaştırıp bir türlü hazmedemeyen korkunç zihniyetin fedaileri, bizi gece karanlığında alıp meçhul istikametlere götürdüler. İnsanlığa yakışmayan her türlü tehdit, tahkir ve işkenceye tabi tuttular. Günlerce karanlık hücrelerde, tam 13 ay zindanların kalın duvarları arkasında süründürdüler.Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Hükümetin İçişleri Bakanı Faruk SÜKAN resmi açıklamalarla TBMM kürsüsünde bölücülüğümüzü ilan etti. Biz AP hükümeti mantığına uygun bu bölücülük terimini hakaret saymıyor ve nazara almıyoruz. Zira AP’ye göre Adalet Partili olmayan her parti ve vatandaş bölücüdür.

Ancak, Kürt Ulusunun bütün kıpırdanmalarına, iyi niyet ve haklı isteklerine “bölücülük” gözüyle bakan ve yarım asırdır o hükümetten bu hükümete, o idareciden bu idareciye bir miras gibi intikal eden korkunç zihniyete ve resmi görüşe cevap vermek, Kürt sorununun tabusunu cesaretle kaldırıp, kalın sis tabakalarını tarihi oluşumun ışığıyla dağıtmak istiyorum.

Evet, kürdüm. Ve TKDP nizamnamesinde yer alan ana gayeler çerçevesinde Milliyetçiyim de. İster buna Kürt Milliyetçisi, ister Türkiye Milliyetçisi deyiniz. Benim için, Kürt Milliyetçiliği aynı zamanda Türkiye Milliyetçiliğidir. Zira, Türkiye’nin bağımsızlığı kadar, Türkiye’de yaşayan tüm hakların özgür olmaları da amacımdır.

Kürt olduğumu mahkemeniz huzurunda tekrarlamamın nedeni; tam 46 yıldan beri Kürtlerin milli varlıklarını inkar eden resmi zihniyete karşı haklı ve doğal bir tepkiden ibarettir. Tarihi bir gerçeğin en belirgin ifadesidir. Milletime yapılmış ve yapılmakta olan, siyasi, iktisadi, kültürel ve her alanda baskıya karşı çıkmanın tek yolu milliyetçiliktir. Ulus olarak ayakta durabilmemizin, ulusal varlığımızı sürdürebilmemizin yegane yolunun Milli Şuur olduğu inancındayım. İşte, bunun için milliyetçiyim.

Tarihte medeniyetler yaratmış, büyük devletler kurmuş, tüm işgal ve baskılar karşısında dimdik ve dipdiri ayakta durabilmiş bir milletin evlatları olarak, elbette ki jenosit ve asimilasyon çabalarınıza karşı da çıkacak ve ulusal varlığını koruyacaktır.Ve de insanoğlunun milli varlığından ödün vermesi beklenemez.

Yukarıda sık sık ifade ettiğim gibi, bizler sadece eşitliği ve kardeşliği istiyoruz. Bu taleplerimize karşılık, şovenler bize “Kürtçü” diyorlar. Bunların mantık anlayışlarına göre Kürdistan’a okul, çeşme, istemek bile Kürtçülüktür. Bölgeler arası dengesizliği savunmak bile ırkçılık, bölücülük ve bölgeciliktir.

Her şeyden önce Türk ırkçılarının savundukları Türkçülük anlayışı ile bize isnat edilen Kürtçülük terimleri arasında dağlarca fark vardır. Biri Türani gerçekleştirmek, üstün ırk olduklarını kabul ettirmek, büyük Turanistan’da bütün dünya halklarının başında hükümranlık sağlamak ve kendi ırkından başka ırklara hayat hakkı tanımama budalalığı ve macera peşinde koşarken, bir diğeri en basit insani haklarını istenmektedir.

Hiçbir tavize yer vermeden diyebilirim ki; hiçbir kürt aydını Türkiye’yi parçalamak istemez. Kader birliği yapmış Türk-Kürt uluslarını yek diğerine düşman etmek istemez. Dünya halklarının dış egemenliklerinden ödün vererek birleşmeye gittiği çağımızda, tarihi zorunlulukların bir arada tuttuğu, din ve vatan birliği temel taşlarının halen ayakta durduğu ve beraberliğimizin ulusal çıkarlarımıza uygun olduğu günümüzde, Kürt aydınları elbette ki Türk halkıyla birlik ve hak eşitliği çerçevesi içinde kalmayı tercih edecektir.

İşte, sanık sandalyesinde oturan bizler, bu gaye ve düşüncenin sözcüleriyiz. Tarihten ders almasını bilmeyen, çağımızın demokratik anlayışını elinin tersiyle bir kenara iten, yalnız kaba kuvvete ve zecri tedbirlere güvenen şoven yöneticilerle, ırkçı, Turancı henpaları, Kürdün bütün haklı isteklerini bölücülükle damgaladığı sürece, Kürt ulusunun hiçbir sorununa çözüm getiremeyecektir. Tüm icraat ve çabaları boşa gidecek sonuçta tarihi sorumluluktan kurtulamayacaklardır.

Bunu böylece kaydettikten sonra, iddia makamının isnat ettiği “Müstakil yada Federal Kürdistan” konusuna geçelim.

Partimizin programını inceleyen bir ilkokul talebesi bile, bu programın “Müstakil yada Federal Devlet” şeklini öngörmediğini ve hatta “otonomi” yani özerk bir yönetimi bile getirmediğini görecektir. Bu gün otonomilerde bile bölge hükümet merkezleri ve ayrı parlamentoları olduğu bilinmektedir.

Ulusların bağımsız yaşamaları, kendi kaderlerini tayin etmeleri en tabii ve tarihi haklarıdır. Ancak yukarıda belirttiğim gibi, bu günkü tarihi aşamada ve hele 1961 Anayasamızın yürürlükte olduğu bir sırada, böyle bir zorunluluk duymamıza gerek yoktur. Altı asırdan beri bir bayrak altında toplanıp tamamen bağımsız bir devlet kuramayan Kürtlerin tarihi gerçekleri 3 devreden geçmiştir. Birinci devre, Osmanlı imparatorluğuna biat tan başlayarak 19. asra kadar gelen, Emirliklerin, Beyliklerin ve Hükümdarlıkların devridir. İkinci devre; 19.asırın başından başlayarak Cumhuriyet dönemine kadar gelen bağımsız Kürdistan kurma mücadelesi ile dolu bir dönemdir. Fakat Türkiye’nin milli mücadelesi söz konusu olduğundan bu yana Kürtlerin istekleri sadece eşit haklar ve Türklerle aynı konumda olmak şartıyla Türklerle birlik olmanın inanç ve amacı içine girmişlerdir. İşte bu dönem üçüncü dönemdir.

Kürtlerin, Osmanlılarla ittifak kurmalarından başlayarak 19. asrın başlarına kadar ki dönemde, Kürt beyleri bağımsız yaşadılar. Bu yüzden Osmanlılardan ayrılıp bağımsız devlet kurma ihtiyaçları yoktu. Osmanlıların çöküşü başlayınca ve yeniçeri ocaklarını dağıtıp bunun yerine Nizam-ı Cedid düzeni kurulunca, İmparatorluk yeni bir ordu ve düzenli bir teşkilat kurmak zorunda kalınca, başta Kürdistan olmak üzere İslam ülkeleri adeta asker toplama kampına dönüştüler. Bağımsız Kürdistan fikri bu dönemde başladı. Bedirhan Beg, Ezdin Şér, Şeyh Ubeydullah’é Nehri harekatları bağımsızlık harekatları idi. Tehlikeyi sezen Halife Hazretleri II.Mahmut’tan başlayarak Kürdistan’da büyük baskı, terör ve katliama giriştiler. Osmanlıların Kürdistan’daki sindirme harekatı çöküşüne kadar devam etti. Kürt beylerini, aşiret ve ailelerini yek diğerine düşürmeye, Kürdistan halkını bölmeye ve görülmedik zulümler tertip etmeye başlayan Osmanlılar buraları cehenneme çevirdiler. Bu iddiaları kanıtlamak için Mareşal Moltke’den bir iki örnek vermek yeterlidir.

Alman Mareşal MOLTKE, henüz yüzbaşı rütbesinde iken 1830-1840 yıllarında Nizam- Cedid ordusunu kurmak ve öğretmenlik yapmak için Almanya’dan getirtilen kurmaylardan biridir. Moltke, Kürdistan’da başlatılan TEDİP ve SİNDİRME harekatlarına katılmıştır.

Kürt Mehmet Paşa komutasındaki süvari birlikleri, beyler, ağalar ve adamlarıyla Said Beg Kalesine saldırıyorlar. Said Beg birkaç gün direnip Osmanlıların uzun menzilli top atışlarına mağlup oluyor. Teslim olmak zorunda kalıyor. Kalenin dışında bir barış çadırı kuruluyor. Barış şartları bu çadırın içinde görüşülüyor. Said Beg’in cesaretine ve emin davranışlarına hayran kalan Moltke, bu olayı şöyle dile getiriyor “ Kürt Mehmet harekatı pek uygun geçmişti. Topların erişilmesinden 5 gün sonra kale teslime mecbur edilmişti. Kıt’aların sıhhi durumları mükemmeldi. Yaralı pek az idi. Ve hemen hemen hepsi müteffik Kürtlerden idi. Bunlarda zayiattan sayılmazdı.” Diyor ve büyük bir sefere hazırlık yapıldığını ifade ediyor. Bu büyük sefere Said Beg’de katılıyor. Oda hükümet safına geçmiştir. Bedirhan Beg, Mut paşası, Said Bey, ağalar ve halife için çarpışanlar, Garzan dağları seferinde, hükümet kuvvetleri yanında yer almışlardır. Ayrıca, Erzurum valisi, Diyarbakır’dan Hassa Suvari Alayları, 19.Piyade Alayının da bu sefere iştirak ettiği görülmektedir. Mareşal Moltke, bu büyük kuvvetlerin Garzan’da Kürdistan’ın kalbine doğru harekata geçtiklerini yazıyor. Kürdistan kalbine yürüyecekler ve Hazo ile Muş arasında kalan mıntıkada yeni bir Kürt katliamına başlayacaklardır. Şimdi sözü Moltke’ye verelim:

“Gerek askerlere gerekse müttefik kuvvetlere -yani Kürtlere- bu mıntıkada yaşayanların yezidi yani şeytana tapanlar olduğunu telkin ettiler. Müslümanların Yezidilere olan nefretini de sefere katarsak, mıntıkada yapılan zulmün şiddetini varın siz düşünün.” “ Bu mıntıkanın Vapora köyüne askerlerimiz bayır aşağı Allah Allah sesleriyle indi. Kaçmak isteyenlerin çoğu süngülendi. Diğerleri sapa yollardan kaçıp kurtuldular.” Ben bu maceraya katır sırtında iştirak etmiştim. Evler, komşu köylerden getirilen eşyalarla tıklım tıklım doluydu. Bir süvari benden samimiyetle atını tutmamı rica etti. Bende o ceplerini dolduruncaya kadar dediğini yaptım. Fakat yukarıda hala ateş edildiği için köyde kalmak hiçte hoş bir şey değildi. Nihayet dayanan bir ev kaldı. Köyün reisi adamlarıyla bu eve sığınmıştı. Bu adam için dünyada kurtuluş yoktu. Çünkü af bekleyemezdi. Bu sebeple canlarını pahalıya satmak istiyorlardı. Bu sırada tepenin üzerinde seyreden Hafız Paşanın yanına gittim. Oraya ganimetleri ve esirleri getiriyorlardı.” “Kanlı yaralılar içinde erkekler ve kadınlar, memedekilerden itibaren her yaştaki çocuklar, kesik beşlar ve kulaklar.... Kürtlerin sessiz ızdırabı, kadınların umutsuz feryatları yürekleri parçalayan bir manzara teşkil ediyordu. Bütün bu zulümlere karşı Emir-ul Müminin Hazretlerinden Garzan Dağları seferinden dolayı Hacı Esat Efendi vasıtasıyla orduya taltifnameler geliyor ve ziyafetler veriliyordu.”

Görülüyor ki; osmanlılar, Kürt beylerini yek diğerine kıyasıya vurdurmuş, Allah’ın Gölgesi denilen Halife Hazretleri inanılmayacak baskı, zulüm, şiddet ve katliamlar tertip etmiştir.

Bütün bu baskı ve jenoside rağmen bir çok Kürt beylikleri Cumhuriyet tarihine kadar varlıklarını muhafaza etmişler ve de bağımsızlıklarını korumuşlardır.(3) Ancak, bu beyler hiçbir zaman birlik olup bağımsız bir Kürdistan kurmada başarılı olamamışlardır. Bu beylikler hiçbir zaman İran Şahlığı veya Osmanlı İmparatorluğundan memnun kalmadılar. Böylece her iki tarafta Kürtlerin başkaldıranlarını insafsızca bastırıyor ve özellikle Osmanlılar, Kürdü Kürde düşman etme metodunu uyguluyordu.

İşte, müstakil Kürdistan düşüncesi bu devirde başladı ve 19. asrın sonlarına doğru Kürt Milliyetçiliği bu baskı döneminde filizlendi. Bu dönemde bağımsız Kürdistan mücadelesi her tarafta görülmekteydi.

Osmanlı Sultanlığı parçalanıp, Emperyalistler Asya’ya girdikten ve Yunanlıların, Ermenilerin emelleri anlaşıldıktan sonra Kürtler Türklerle birleşmeyi ve bu Müslüman topraklarını “gavurlardan” temizleyerek Müslüman Türk Milletiyle kader birliği yapmayı ön plana geçirmiş ve başarabilmiştir. İsmet Paşa bile “ Ermenilerin doğuda bir Ermenistan Devleti kurma emellerine karşı, Kürtler Türklerle birleşmek zaruretiyle karşı karşıya kaldılar ve Milli mücadele yılları boyunca Kürtlerden hiçbir huzursuzluk gelmedi.....” diyor.(4)

Demek ki; Milli Mücadele başlangıcından beri, Kürt Ulusu bağımsız Kürdistan mücadelesini bırakmış, Müslüman Türk Ulusu ile birlik olmayı, kader birliği yapmayı ve eşit haklara dayanan yolu tercih etmiştir. Hala da bu yoldadır ve bu devre üçüncü tarihi aşama devresidir. Tarihi zaruret devresidir. Çağımızın birlik ve beraberliğe verdiği önem ve halklar arasındaki birlik ve dayanışma anlayışına uygun olarak bu görüşü yaşatmak Türk yöneticilerinin gösterecekleri tutuma bağlıdır.

Bu gün bağımsız bir Kürdistan devletini düşünmüyoruz demek, sonsuza dek zulüm ve baskının ağır pençesi altında kalacağız demek değildir. Türkiye idarecileri, Kürt halkını mecbur etmeden, birlik ve beraberlik içinde yaşama umudumuzu kırmadan, demokratik hukuk nizamından vazgeçip karanlık istikametlere sapmadan, Bağımsız Kürdistan fikrini kafamıza yerleştirmeyeceğiz. Ve Kürt aydınları, Kürt Milliyetçileri demokratik yoldan şaşmayacaklar ve yanlış bir yola sapmayacaklardır.

Federal Kürdistan Cumhuriyeti konusuna gelince; iddia makamı delil olarak 1963 yılında zamanın Başbakanı İsmet Paşaya eski Diyarbakır Milletvekillerinden Sayın Mustafa Remzi BUCAK’ın Amerika Birleşik devletlerinden gönderdiği Açık Mektubu göstermektedir. “ TC BAŞBAKANI SAYIN İSMET İNÖNÜ’YE AÇIK MEKTUP VEYA FEDERASYON NEDEN TÜRKİYE’DE TATBİK EDİLMESİN” başlığını taşıyan mektupta özet olarak “Kıbrıs’ta yaşayan 80.000 nüfuslu Türklere istenilen haklar neden Türkiye’de yaşayan ve nüfusu asgari 8.000.000’u bulan Kürtler için aynı haklar düşünülmüyor” mealindedir. “Federal Kürt-Türk Cumhuriyeti Devletini görmek umut ve temennisiyle ruhum benim üçyüz sene, dörtyüz sene , beşyüz sene bekler...” diyerek mektubuna son veren Sayın Mustafa Remzi BUCAK, bu mektubu kaleme aldığı 1963 yılınd TKDP henüz kurulmamıştı. Şimdi bu saygıdeğer insanın ta ABD’ den kaleme alıp Türk basınına da birer suret gönderdiği bu açık mektup nasıl oluyor da bize suç kanıtı oluyor.?

Bu günkü Anayasamızın fikir ve düşünce özgürlüğü açısında, Türkiye’nin yararına uygun bulunduğu takdirde federal bir sistem istemek kanımca suç teşkil etmez. Ancak partimizin programında böyle bir kayıt olmadığını belirtmiştim.

Federal sistemin aleyhinde değilim. Kader birliği yapmış ulusların, demokratik bir düzen içinde, eşitliğe ve özgürlüğe dayanan bir rejimde, sonsuza dek birlikte yaşayabilmeleri için, federal Cumhuriyetler şekli en uygun ve en çağdaş seçenektir. Büyüklü, küçüklü bir çok dünya devletleri buna şahittir. Ancak TKDP programının amaç ve felsefe sine inanmış bir fert olarak bu programın çerçevesi dışına çıkmayı istemiyorum. Bu programı incelediğiniz zaman taleplerimizin siyasi, iktisadı ve kültürel haklardan ibaret olduğu görülecektir.

SİYASİ HAKLAR : Parlamentoda ve Bakanlar kurulunda nüfusumuz oranında temsil hakkıdır.

KÜLTÜREL HAKLAR : Kendi anadilimizde okumak, Kürdistan da yeterli okulları açmak, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak ve asimilasyoncu eğitim düzenine son vermek mevkiindedir.

İKTİSADİ HAKLAR : Bölgeler arası dengesizliği ortadan kaldırmaya matuftur. Kürdistan’ı geri kalmışlıktan, Kürt halkını sefaletten kurtarmaya yöneliktir.

Bu istekler “EN BASİT İNSANİ HAKLAR” şemasına girer. Bu demokratik hakları talep etmek ve doğal haklar için mücadele vermek sadece Kürt aydınlarının görevi değildir. Bu görev aynı zamanda Türk aydınlarına da düşer.

Demek oluyor ki İçişleri Bakanı Faruk SURAN ve yandaşlarının isnat ettikleri “bölücülük” terimi ne kadar boş ve geçersiz ise, iddia makamını işgal eden Savcı beyin “müstakil veya federal sistem” suçlaması da o kadar mesnetsiz ve manasızdır. Toplumları batıran, suçsuza suçsuz olarak cezalandırmak değil, suçlu olarak cezalandırmaktır. Kişiyi, işlemediği ve hele hiç düşünmediği suçla itham etmek, kişiyi o düşünceyi kabullenmeye götürüyor ki bu çok tehlikeli bir tutum olur.

Hiçbir Kürt aydını kalkınmış Batı Anadolu yörelerini bırakıp, geri bırakılmış ve hala medeniyetin en basit hizmetlerine kavuşmamış Kürdistan’ın bağımsızlığını savunamaz. Hiçbir Kürt şu Antalya’nın yabancısı olmak istemez. Birlik, beraberlik, kardeşlik ve hak eşitliği olduğu ve özgürlük içinde yaşama umudu devam ettiği sürece ve umudumuz kesilmediği müddetçe hiçbir Kürt aydını bölünmeyi ve parçalanmayı düşünemeyecektir.


Sayın yargıçlar;

Beni huzurunuza getiren başlıca neden, 46 yıldır Cumhuriyet Hükümetlerinin kabul etmedikleri ve inkar ettikleri Kürt gerçeğinin bir sonucudur. Şayet gerçekler olduğu gibi kabul edilseydi, bu günkü Türkiye’mizde bir Kürt sorunu olmazdı. Ne Türkiye’nin refahı sözde kalır, ne mahrumiyetler içinde kalan bölgeler “geri kalmış bölgeler” adını alırdı.

Bu günkü Türkiye’de geri bırakılmış, bıraktırılmış, ihmal edilmiş bir Doğu bölgesi mevcuttur.Bu bir vakıadır. Ama Türkiye de Dünya devletleri arasında geri kalmış devletler şemasındadır. Türkiye’nin geri kalmışlığının tek ve yegane nedeni; yöneticilerin gerçeklere saygı duymamalarından ve inkar politikalarındandır. Bu bağnaz inkarcılık ve tutuculuk yüzündendir.

İşte, bütün bunları nazara alarak, gerçekleri olduğu gibi söyleyecek ve şimdiye kadar yapılan ve yapılmakta olan hataya düşmemeye gayret edeceğim. “Doğu ve Güneydoğu Anadolu” diyeceğime, bu ülkenin tarihi coğrafi adı olan, tek bir kelime ile ifade edilen Kürdistan gerçeğini kullanacağım. Türk vatandaşı diyeceğime, Türkiye vatandaşı veya Kürt halkı, Kürt ulusu tabirini kullanmayı daha uygun buluyorum.

Nasıl ki Kürdistan coğrafyasının gerçek ismi “Doğu ve Güneydoğu” değilse, buna Türkiye Kürdistan’ı demek daha doğru ise, Kürt milletine KÜRT MİLLETİ demek daha gerçekçi ve doğaldır. Türk vatandaşı olmamız için yersiz ve yurtsuz sığınmacı ve azınlık olmamız gerekir. Oysa Kürtler, bu vatanda en az Türkler kadar hak sahibi olup Türkiye’nin asli unsurlarıdır.

Halen üzerinde yaşadığımız Türkiye Kürdistan’ı en az beşbin seneden beri Bab-ü Ecdatlarımızdan kalmış toprağımızdır. Türklerle kader birliği yaptık diye Afrika’dan köle olarak Amerika’ya götürülen zenciler gibi ABD’nin basit bir vatandaşı haline mi geldik? Gerçi bizi o zenci vatandaştan da küçük gören, hor gören anlayış hakimdir Türkiye’mizde. Türkiyeliyim demek bile büyük suç telakki edilmektedir. Bu kötü zihniyete mahkum olamam. Zaten iddia makamı da “Kürt milleti ve Kürdistan” deyimlerini içine sindiremediği içindir ki bizi bağımsız ve federal sistemlerle itham ediyor. Oysa Kürtler bir millettir. Bu bir realitedir. Bir vakiadır. Bir gerçektir. Kürtler, bir ulustur demek, Türklerden ayrılacağı, bağımsız Kürdistan kuracağı demek değildir.

Kürtler, dilleri bakımından örf, adet, gelenek ve karakterleri, coğrafyası bakımından ve insanca yaşamak için gaye birliği bakımından millet oldukları gibi, Türklerle kader birliği yapılmasında temel taşı teşkil eden Din ve Vatan birliği bakımından da Millettir.

Bütün dünya milletleri gibi, Kürt milletinin de geçmişi vardır. Tarihi vardır. Nasıl ki Türklerin ayrı ve müstakil tarihi varsa, Kürtlerinde aynı şekilde ulusal tarihi vardır. Ulusların beraber yaşamalarında dil, din, ırk, örf, adetler ve müşterek tarih zorunlu faktörler değildir. Zorunlu olan vatan birliği, ekonomik menfaat birliği ve müşterek gaye birliğidir.

Türkiye’nin ulusal çıkarı için müşterek duygu ve düşünceye sahip çıkmamız lazımdır. Ama sonsuza dek Türkiye’nin milli menfaatini düşündürülmeye zorlanamayız. Daha önce de arz ettiğim gibi; Milli duygunun kaynağı Misak-ı Milli sınırları içinde Türkiye’nin bağımsızlığı temeli üzerinde oturtulmalıdır.

Türkiye’nin gerçeklerini tabulaştırarak değil, realiteleri bilimsel ve insancıl yönden ele almalı, Türkiye’de yaşayan insanların mutluluğu ve eşitliği uğruna savaşmalıyız. Gerçekleri inkar edip, vatandaşın milli duygusuna halel getirmekten fayda yerine zarar getirmiş olacağız. Güneş balçıkla sıvanmaz. Ama güneşi bilimsel olarak ele alan insanoğlu, çağımızda enerji ünitelerini meydana getirmekte ve insanlığın hizmetinde yeni bir dönem açmış bulunmaktadır.
Kürtçülük, bölücülük gibi yaratılan suni havayı dağıtıp, çağımızın modern bilim ışığıyla aziz yurdumuzu aydınlatmalıyız.
Halklar ve uluslar, birbirlerinin tarihlerini, kültürlerini, örf ve adetlerini öğrendikleri ve yekdiğerini tanıdıkları ölçüde kaynaşırlar. Karşılıklı saygı nefreti doğurmaz, sevgiyi ve dayanışmayı doğurur...

Oysa gerçeklerin örtbas edilmesinden dolayı her gün azarlanan, hakaret ve işkence gören Kürtler mevcuttur. Soyadlarını telaffuz edemeyenleri, doğup büyüdükleri köylerinin isimlerini bilmeyenleri bu hor görülenler arasında sayabiliriz. Kürdistan halkı birbirlerine şu soruyu sormaktadırlar; “neden köyümüzün ismi değiştirildi?” cevap hazır, “ bizleri Türkleştirmek istiyorlar da ondan”.

Bu haksız tutuma karşı meşru bir tepki geliyor. Tepkimizi çeken etki zulümdür. Etki haksızlıktır, etki saygısızlıktır. Nihayet, bu haksız tutumun gerek tarihi gerçeklere ve gerekse insan haklarına karşı işlenen bir cinayetten farkı yoktur. Bu yanlış icraatın sonu hüsrandır.

Okulu, çeşmesi, sağlık kuruluşu, yol ve ışığı olmayan bir köyün ismini Türkçeleştirmekle, o köyü Türkleştirdiklerini sananlar çok ama çok yanılıyorlar. Bu tutum halkın dili ve töreleriyle, halkın tarihi ve coğrafi gerçekleriyle alay etmektir. Bu tutum, tek kelime ile Kürt halkını küçük düşürmektir.

Bismark’ın bu konudaki görüşünü aktarmak istiyorum;

“Güçlü iseniz, çıkarlarınız da gerekiyorsa; bir ulusu yok edebilirsiniz. Ama onu küçük düşürdünüz mü başınız belaya girer.”

Ne yazık ki, Bismark’ın söylediklerini kendi Alman ulusu bile kavrayamadı. Üstün ırk sevdası hastalığına tutulan Hitler, küçük gördüğü halkların korkusundan ve tarihin utancından bodrum katlarında farelere yem oldu ve gerçekten Alman milletinin başına dert oldu.

Türkiye’nin ulusal birliğini korumak ve müşterek bir gaye etrafında toplamak istiyorsak, gerçeklerden korkmadan, halklar ve uluslar arasındaki hak eşitliği esasına doğru yürüyelim. Ulusal bütünlük hak eşitliğine dayanır. O zaman kolektif inanç ve umudumuz pekişir. Türkiye’nin sorunlarını gerçekçi bir tutumla ele almalı ve inkarla hiçbir sorunun çözülemeyeceğini anlamalıyız.

İşte bu inançla, gerek bölgemin ve gerekse bölgemde çoğunluğu teşkil eden milletin isimleriyle ele alacağım.


Sayın Türkiye Yargıçları;

Bağımsızlık ve özgürlüğe aşık olduğum kadar, adalet ve fazilete de aşığım. Adalet terimini çok kutsal kabul ederim. Bütün dinler bunun için kurulmuş, tüm Peygamberler, filozoflar ve düşünürler gerçek bir adaleti tesis etmek için çabalamışlardır. Türkiye’mizi demokratik bir anayasaya ve bu anayasanın getirdiği bağımsız yargı organlarına kavuşturan 27 Mayıs ihtilali bile haksızlığa ve adaletsizliğe karşı koyan bir tepki idi.

Herkesten çok ezilen, hor görülen, insani haklardan yoksun bırakılan Kürt ulusunun büyük çoğunluğunun anayasaya evet demelerinin bir nedeni de Bağımsız Mahkemelerin vücut bulması içindi. Artık tarafsız mahkemeler vardır. Bağımsız yargı organları hükümetlerin ve siyasi iktidarların tercihlerine göre hareket etmezler diyorduk. Bu inançla MİT’in tüm çaba ve ısrarlarına rağmen onları tanımak istemedim. Türkiye’de bağımsız mahkemeler dururken, Nazi usulü ile yetiştirilmiş ve bu metotları tatbik eden, anayasa dışı bir teşekkülü tanımak istemedim. Anayasaya çok saygısız idiler. Beş gün beş gece bizi bilinmeyen işkence evlerinde tuttular. İşkence, baskı ve hakareti mubah saydılar. Nihayet bana şu soruyu sormak zorunda kaldılar. “Arkadaş sen niye bu kadar inatsın? Zaten seni tevkif edecek nitelikte bir belge cebinden çıktı. İnkar etmekte fayda olmadığı gibi, inat etmekte de fayda yoktur.” Cevabım kısa ve kesin oldu. “ Anayasaya göre sizler yargı organı değilsiniz de ondan .”dedim.

Gerçekten de onlara ifade vermedim. Ulusal çıkarlarımızı gözeterek ve iyi niyetini yanlış anlaşılmasın gayesiyle Reşid Hemo hakkında tamamen doğru (kendisine zarar vermemek kaydıyla) bilgi verdim. Bu arkadaş Türkiye Dışişleri Bakanı ile görüşüp iltica etmek istiyordu. Davranışı Türkiye’nin aleyhine değildi.

Milli İstihbarat Teşkilatında verdiğim ifadeye bakarsanız Kürdistan Demokratik Partisi ile ilgili ifademin “Muş otelinde yakalanan evraklar bana aittir. İfademi mahkemede vereceğim” olarak sadece tek satırdan oluştuğunu görürsünüz. Zira adalete inanıyor ve güveniyordum. Halen de güvenim vardır. Fakat bilerek yada bilmeyerek güvenimi sarstınız. Beş gün beş gece meçhul hücrelerde kalmamıza Diyarbakır C.Savcının izin verdiği maalesef kendi ifadelerinden anlaşıldı. Azami 4 hafta içinde mahkeme huzuruna çıkmamız gerekirken, bu süre 8 aya çıktı. iktisaden ezmek, aile efradımızdan, dost ve ahbaplarımızdan ve bizi ücretsiz savunacak Kürt avukatlardan uzak tutmak gayesi ve “Kamu Güvenliği!” bahanesiyle bizleri tam 36 saat yolculuktan sonra, suç teşkil etmeyen fikir ve düşüncemiz yüzünden Diyarbakır’dan Antalya’ya getirdiler. Sadece düşüncelerimizden dolayı zindanlara konulduk. Bu düşünce ile hiçbir ilgisi olmayan, partinin kuruluşundan haberi bile olmayan insanlar da yanımızda sorgusuz, sualsiz sekiz aylarını zindanda geçirdiler. Duruşmalar başlayıp tahliye edildiğimiz güne kadar, 6 celse de 6 ayrı başkan ve heyetlerle karşılaştık. Siyasi bir davaya mütenasip ve tarafsız hoşgörüyü maalesef bulamadık.

Türkiye’de 46 yıldır bir Kürt fobisi hastalığı vardır. Bu bağnazlık ve şoven duygular fobisi peşin hüküm haline gelmiş bulunmaktadır.

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ismini duyan bir başkan; “ Türkiye’de az mı parti vardı ki Kürdistan ismini taşıyan bir parti kurdunuz. KÜRDİSTAN, LAZİSTAN, ÇERKEZİSTAN ve BÖLÜCÜSTAN” diyerek hiddetle bağırdı. Aynı Mahkeme başkanı tarafından dava dosyasında mevcut olmayan Kürt Bayrağının hangimize ait olduğunu sorarak, peşin hükümlü olduğunu bizleri hain ve bölücü olarak kabul ettiğini, bu kanaatte olduğunu gördük, muşehede ettik. İddia makamının sevk maddesine göre 8 aydan fazla tutuklu kalmamız gerekirken bu süre 13 ay sürdü. Parti programının tetkiki ve teybin fonomontaj olduğunu ileri sürdük ama bütün taleplerimiz boşa çıktı.

Nihayet, mahkemelerin bağımsız hareket etmediklerini maalesef gördük. Bağımsız mahkeme üyeleri, tam tarafsız olmalı ve sadece vicdanlarının sesine kulak vermeleri gerekir. Siyasi iktidarların ve MİT’in boruzanlığını yapan organlar gerçek adaleti temsil edemezler.

Bu güne kadar Türkiye Kürdistan’ında yaşayan Kürt halkı, Türkiye ‘nin ay yıldızlı bayrağından başka bir bayrağı düşünmemiş ve gerçekten başka bir bayrağa ihtiyaç duymamışlardır. Buna rağmen mevcut olmayan bir bayraktan söz etmek, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilere tepki gösterip “az mı parti vardı ki” deyip Kürdistan gerçeğine bölücüstan tanımını eklemek, tarafsızlık ve demokratik hukuk devleti anlayışıyla bağdaştıramayız.

Tüm bu saydıklarım yapılmaması gereken fakat yapılan hukuki, insani, tarihi ve demokratik hatalarıdır.

Bu tarihi duruşmada ve karar saatinde, Sayın Türk Halkının şerefine ve Türkiye’nin Bağımsız Yargı Müessesine yakışır bir şekilde tam tarafsızlık içinde olmanızı temenni ediyor ve birazda vicdanınızın sesine kulak vermenizi istiyorum. Kürt meselesini objektif olarak ele almalı ve “onların yerinde biz olsaydık ne yapardık” kıyasını yapmalısınız.

Tanrı göstermesin İtalyanlar Kurtuluş Savaşında Antalya’dan çıkmasaydı ve siz çocuklarınızın ana diliyle okumalarını istediğiniz için, İtalyan hakimlerin ve savcıların karşısına çıkıp cezaya çarptırılmış olsaydınız “adalet tecelli etti” diyebilecek miydiniz?

Kaldı ki Kürtler gönül rızasıyla kader birliği yapmış ve Türklerle Hak Eşitliği temelinde birleşmişlerdir. Bunda din ve vatan birliği etken olmuştur.


Sayın Mahkeme Heyeti;

Şu anda, XX. asırda yetişen devlet adamlarından en zalimi kimdir diye bir anket yapılsa, galiba Stalin birinci seçilecektir. Bende, Türkiye Bağımsız Mahkemeleri önünde Stalin’den bir örnek vererek, onun adalet anlayışı ile gelmiş geçmiş Türk idarecilerinin adalet anlayışlarını ve icraatlarını mukayese edeceğim, karşılaştıracağım. Yüce mahkemeniz hakem olsun ve Kürt ulusuna yapılan ve yapılmakta devam eden haksızlıkları ve acı manzarayı belgeleriyle görsün.

Tarih 10 Haziran 1923. Sovyet Komünist Partisi Ulusal Kongresi 4. konferansı tertip edilmiştir. Başkan Stalin’dir. Türkistan’ın geri kalması ve sömürge durumunda bulunması yüzünden SSCB idaresine karşı gelen ve bu yüzden tutuklanıp hapse atılan Sultan Galiyev sorununu görüşüyorlar. Konferans delegelerinden Türkistanlı Ekremof ve Hasanof şu tezlerle “Bu günkü Türkistan ile Çarlık Rusyası arasındaki fark sadece tabela değişikliğinden ibarettir. Sovyet Sosyalist yönetimi başka bir değişiklik yapmamıştır.” diyerek Türkistan’ı savunmaktadırlar. Bu savunmaların ne demek olduğunu anlayan Stalin hemen söz alıyor ve delegelere hitaben “Yoldaşlar, eğer Ekremof ve Hasanof’un iddiaları bir dil sürçmesi değilse, eğer bu söylenenler düşünülerek bilinçle söylenen sözler ise, eğer Çarlık Rusya’sında olduğu gibi Türkistan gerçekten bir sömürge ise, o zaman Başmaklar haklı olup Sultan Galiyev’i yargılamaya hakkımız yoktur. Asıl onun SSCB İktidarı çerçevesi içinde bir sömürgenin varlığına göz yuman kimseler olarak bizi yargılaması gerekiyor” der.

Şimdi Türkiye’deyiz. Yıl 1923 değil, 1969’dur. Bu arada teknolojinin dev adımlarıyla akıp geçen yarım asırlık bir zaman var. İnsanoğlunun aya ayak bastığı, Merih’e uçtuğu, nükleer silahların klasikleştiği, halkların barış içinde bir arada yaşadığı bir zaman. Kısa ama çok hızlı yürüyen bu devirde, dünyamız bir çok dramatik sahnelere şahit olmuş, Mossolini ve Hitler gibi ırkçılar tarihin sayfalarında lanetle anılmıştır. Sömürgelerden güneş batmayan imparatorluklar üçüncü ve belki de dünya devletleri arasında dördüncü dereceye girmişlerdir. Sömürge ulusların büyük bir kısmı bağımsızlarına kavuşmuşlardır. Bu kısa ama çok değişken yıllar geçip giderken Kürdün kaderinde değişen bir şey kaydedilmemiştir. Kürtlerin insani hak ve özlemleri geciktikçe gecikmiş, bir gün gelmiş ki; “Kürdüm” demesi bir ihanet damgası olmuş ve onu darağaçlarına kadar götürmüştür. Kendi ana dili ile konuşması resmen suç sayılmış, üstelik ulusal varlığı ve kimliği inkar edilmiştir.

Derken... Türkiye’de demokratik hayatın başlangıcı teşkil eden 27 Mayıs darbesi ile başa gelen ordunun o günkü anlayışı sayesinde İnsan Hakları İlkelerine dayanan “demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” anlayışını taşıyan 1961 anayasasının doğurduğu bağımsız mahkemelerin önündeyiz.

Osmanlılar zamanındaki Kürdistan ile Cumhuriyet dönemindeki Kürdistan arasındaki farkın sadece ve sadece tabela değiştirilmesi iddiasındayız. Bu iddialarımızın tanıklarını ve canlı şahitlerini birer birer konuşturmak sureti ile bunun bir dil sürçmesi olmadığını belgelemeye çalışacağım.

İlk söz Sayın Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay’ındır. “Dertlerinizi biliyorum, XX. asırda mağarada yaşamak fecaattir. İnsan gibi yaşamak için elbette ki iyi evlere ihtiyaç vardır. Türkiye’nin hiçbir yerinde böyle perişan kimseler görmedim.” Diyor. Sayın Sunay, bu konuşmayı Batman’a bağlı Mağara (Şikeftan) köyünde 1968 yılı Kürdistan gezisinde yapıyor. Kürdistanda 16.000 aile mağaralarda yaşamakta ve bu Şikeftan köyü o mutsuz ailelerin birkaç hanesinden ibaret bulunmaktadır.

Tercüman gazetesinin yazarı Ahmet KABAKLI 13 Nisan 1968’de; “ Doğunun bu günkü perişan halinden 45 yıllık Cumhuriyet Hükümetleri teker teker mesuldür. Vatanı sevmek, onu son sınırdaki son taşına kadar sevmektir.” demektedir.

Türk-İş Genel Sekreteri Sayın Halil TUNÇ ise; “Doğu Anadolu’ya ne yönden bakarsanız bakınız, yıkılmış insanları görürüsünüz. Konutsuz, yolsuz, elektriksiz, susuz, okulsuz ve sağlıksız, beslenme imkanından yoksun insanlar...Doğuda yılların değiştiremediği korkunç tablo işte budur. Bu tablo karşısında irkilmeden, tehlike çanlarına kulak tıkayarak oturmak, özel kara sağlanacak garanti oranında kalkınma beklemek, vaatlerle yaşayıp vaatlerle ölmek de aynı derece de korkunçtur. Doğuda adaletsizlik kol gezmektedir.” 1968 yılında Erzurum’da böyle bir konuşma yapmıştır.

CHP Genel Sekreteri Bülent ECEVİT “Doğuda toprak dağılımı Cumhuriyet Hükümeti için yüz karasıdır.” Diyerek, Hükümet Başkanı sayın Demirel’in doğuda sahte temeller attığını vurguluyor.

24 Eylül 1968 tarihli Yeni İstanbul gazetesi yazarı Kurtul ERTUĞ, “ Sayın Demirel eskiden hizmete açılan tesisleri birer kere daha açtı. Yoksul halkın, kendi dertlerinin bilincine varamamış halkın karşısında bol bol seçim yatırımı yaptı” diyor.

Muş ilinde 1969 Ekim’de konuşma yapan Yeni Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Yusuf AZİZOĞLU “ Bölgecide bölücüde Demirel ve arkadaşlarıdır. Türkiye’nin doğusuyla, ortasıyla, batısıyla eşit imkanlara kavuşturulmasını istemek bölücülük değil, tam aksine birliği perçinlemektedir.” Diyerek Kürdistan’daki eğitim eşitsizliğini şu cümle ile dile getiriyor. “Doğudaki ortaokul ve liseler sadece bir müdür ve bir mühür ile idare edilmektedir.”

TİP eski Genel Başkanı Sayın Mehmet Ali AYBAR “Türkiye’deki dil ve din ayrımından dolayı büyük kitleler özgürlükten yoksundurlar.”

1968’de Sayın Başbakanımız Süleyman DEMİREL, Ecevit’in deyimiyle, Kürdistan’a iki kere sahte temel atma gezisini yaptı. Seçim yatırımı gayesi ve temellere ikinci, üçüncü defa çamur atma, bu çamurla Kürt halkının gözlerini boyama bahanesiyle yapılan gezi sırasında bizler tam 11 kişi Antalya Cezaevinde yatıyorduk. Bu geziden 1-2 tabela misali vereceğim.....

Sayın Demirel Urfa’da yaptığı konuşmada; Dicle ve Fırat arasında 3700 köyün hala içme suyuna kavuşturulmadıklarını ve çamurdan süzerek su içebildiklerini itiraf ediyor. Konuşmasını dinleyen topluluğun “iş istiyoruz, iş sahası istiyoruz, fabrika istiyoruz, 70.000 Urfa’lı Çukurova’da pamuk topluyor.” Sesleri meydanda çınlıyor. Bağıran topluluk susuzluğun yanında, işsizliğinde son derece dramatik bir hal aldığını vurguluyor. Batman’da “fakirleri düşün fakirleri” diye bağıran vatandaşa Başbakan şu karşılığı veriyor. “minnet devrettiler, meşakkat devrettiler. Konuş vatandaş konuş, sesin ne zamandan beri çıkıyor. Senin sesinin çıkmasından memnunuz. Senelerdir sesin çıkmadı, çıksaydı mesafe alırdık” diye cevap veriyor

Fakat aynı başbakan aynı gezide “Mamur ve müreffeh Türkiye’yi hangi imkanlarla gerçekleştireceksiniz” diye soran bir Savurlu vatandaşa “imkan yoksa sınır kapıları açıktır, çıkar gidersin” diyerek, hem çelişkiye düşüyor, hem de Turancıların yıllardır tekrarladıkları; “Kürtler bu vatandan gitmeli, Birleşmiş Milletlere başvurup yurtluk istemeli, Doğuya Kazak, Kırgız Aşiretlerini getirip silahlarıyla yerleştirmeli” şeklindeki iddialara ortak oluyor.
Başbakan 1969 yılında Kürdistan’a yaptığı geziden hiç hoşnut dönmedi. Her tarafta pankartlardan iş isteyen, okul, yol su, ekmek, toprak, doktor ve can güvenliği isteyen vatandaşlarla karşılaştı.

- Jandarma dayağından ne zaman kurtulacağız?
- Dayak Avrupa’da hayvanlara atılmazken, Türkiye’de insanlara atıyor.
- Rüşvet verilmeden de işlerimizin görüldüğü günler gelecek mi?
- Dosta düşman muamelesi yapmak ayıptır.
- Burası Hozat bize de el uzat.


Bu cümleler 1968/69 yıllarında Türkiye Başbakanı karşılayan vatandaşların ellerindeki bazı pankartlardan okuyoruz. Tabi ki Kürdistan’da.

17 Şubat 1969’da Siirt, 20 Şubat 1969’da Diyarbakır adliyeleri birer bildiri yayınlanarak “mahrumiyet zammı bulunup, mahrumiyet bölgelerinde görevli adliyecilere verilecek mahrumiyet zammıyla bu bölgeler, cezalı ve sürgün hakimlerden kurtulacak, iyi elemanlara kavuşacak ve böylece halkın güveni sağlanmış olunacak” deniliyor.

Eruh’un Newélan, Bınevré, Çol, Hıllan, Gundşéx, Xért ve Boşé isimli köylerin sakinleri ile bir röportaj yapan Hürriyet gazetesi muhabiri, 1968 Türkiye’sinde aynen köylülerin şunları ifade ettiğini yazmaktadır; “gece olduğu zaman hiç birimizin sabaha kadar yaşayabileceğimizi düşünemeyiz. Her an için bir baskın bekliyoruz ve her an elimiz tetiktedir.”

Yeni Gazetenin 11 Kasım 1968 nüshasında, TIME dergisinden naklen yayınlanan bir yazıda “Türkiye Kürdistan’ının SSCB Sibirya’sına eşit bir bölge olduğunu ve daima sürgünlü memurların son durağı olduğunu yazarak mahrumiyet, yasak bölge, kapalı ve geri kalmış bölge gerçeklerine yeni bir tabir ilave edilmiştir. Türkiye’nin Sibirya’ya eşit bölgesi yada Sibirya’sı.

Kürdistan’ın kötü kaderini dile getirmek ve Osmanlı Kürdistan’ı ile Cumhuriyet Kürdistan’ı arasında müspet bir fark kaydedilmemiş olduğunu, tam aksine Kürt ulusunun Osmanlı döneminden daha kötü ve karanlık bir tutuma düştüklerini bir çok örnekle kanıtlamak mümkündür.

Kürdistan, dramatik romanların konusu haline gelmiştir. İşte modern Atatürk Türkiye’si Kürdistan’ı bu durumdadır. Devlet Ve Hükümet Başkanlarından, Siyasi Parti Genel Başkanları ve Yöneticileri ile İşçi Sendikası Genel Başkanlarından bir çok basın mensupları ve sıradan vatandaşlara kadar konuşturduğum bu insanların hiç birisi dil sürçmesi ve yanılır bir tarafı olmadığı meydandadır. Gerçeklerin bu insanları konuşturduğu görülmektedir.

Peki, 46 yıllık Cumhuriyet Türkiye’si Kürdistan’da hiç mi bir değişiklik yapmadı, diyeceksiniz. Yapmıştır, elbette yapmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin Kürdistan’da yaptığı icraatları sırasıyla sayayım:

Türkiye topraklarının 1/3’ünü teşkil eden bu bölgeye karayollarının (o da askeri maksatla) 1/6’ne kavuşturulmuş, işsiz ve aç insanlara tuzak olsun diye Suriye sınırı boyunca mayın tarlaları meydana getirilmiş, Kürdistan’ın Sovyet sınırı boyunca nükleer başlıklı mayınların döşenmesi söz konusu edilmiştir.

Her adımda bir karakol, her il ve ilçede modern hapishaneler, Hükümet Konakları, Resmi daireler, memur ve subaylara bol keseden lojmanlar, blok apartmanlar, sefalet batağından yükselen gökdelenler yapılmıştır.

Kürdistan dağlarını, özel eğitim gören komandolarla, faili meçhul cinayetleri takip eden köpeklerle doldurulmuş, milyarlarca liraya mal edilen modern zindanlar inşa edilmiş, yer altı ve yer üstü zenginlikleri talan edilmiş, Batman’dan İskenderun’a uzanan borularla petrolü uzaklaştırmış ve Kürdistan toprağından fışkıran bu petrolü aynı yerde tasfiye etmeyi Kürt halkına çok görülmüştür.

Kürdistan’ın her köşesine ajan toplulukları meydana getirmiş, Müfettiş-i Umumiden sonra Milli İstihbarat Teşkilatını gerçekleştirerek, perde arkasında oynayan bir Umumi Müfettişlik havasına büründürmüştür.

Koçero’lara Hekimo’lar, Selimo’lara Hemido’ları kattırmış, işsiz ve güçsüz insanların durmadan batı kentlerine hamallık ve hizmetçilik yapmak için göç eden kafilelere her gün başka bir kafileyi ilave ettirmişlerdir.

Cehalet yükselmiş, sefalet batağı büyümüş ve dolayısıyla kardeş kardeşe düşman edilmiş, kan gütme olayları çok acı bir manzara almıştır.

İşte bu terör havası içinde durmadan tabela değiştirilmiş, durmadan jenosid ve asimilasyon planları uygulanmıştır.

İlk emirde Kürdistan tabelasına “Doğu ve Güneydoğu Anadolu” yazılmıştır. Osmanlıların katliam dediği sözcüğü “tedip” diye değiştirip, şeriata aykırı fetvanın yeri “Anayasaya aykırı kanunlar” almıştır. Subaşı felakası yerine MİT ve Jandarma dayağı geçmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransız Krallığına yazdığı mektup da gururla söz ettiği Diyar-i Bekir’in tabelası Diyarbakır olarak değiştirildi. Ama Diyarbekir’in kaderi daha kötüye gitti. Sefil ve perişan insanların gecekondularıyla, veremlilerin, kara yaralıların, tifoluların, trahomluların ve nihayet susuzların diyarı haline geldi.

Dersim, tedip denilen katliam harekatından sonra tabelasına Tunceli yazıldı. Ne yazık ki bu vilayete de tabeladan başka bir değişiklik olmadı. Bu vilayet de Kürdüstan’ın talihsiz bir kenti idi. Geçen yaz aylarında (1968) Erzincan’da Kürdistan’ın o yöre Belediye Başkanları bir bölge toplantısı düzenlediler. Bu toplantı da Tunceli’de söz alıyor ve “ Ben kanalizasyon, elektrik ve şehrin içinden geçen Münzür suyu üzerinde köprü yapılmasından vazgeçtim. Kilometrelerce uzaktaki su derdimizi halledin. Bizi sadece suya kavuşturun. Bu uzak su yolundan zavallı halkın akciğer zafiyetine duçar oldukları doktorların raporlarıyla sabittir.” Diyor.

Aynı toplantıda Bingöl Belediye Başkanı, belediyesi dahilindeki halkın, çıra ile aydınlandıklarını söyleyerek, Çapakçur tabelasının Bingöl diye değiştirilmesinin ne kadar gülünç olduğunu ortaya koyuyor.

Kürdistan’ın bütün il ve ilçelerinin ve hatta köylerinin de değişen tabela ve değişmeyen, daha kötüye ve karanlığa giden kaderlerini sayabilirim. Ancak, soy isimleri denilen ve insan tabelasından başka bir mana taşımayan bu asimilasyoncu ve çirkin tabelalara geçiyorum. Benim kanaatime göre Cumhuriyetin vatandaşlarına hediye ettiği bu soy isimler, soysuzlaşma girişiminden başka Türkiye’ye bir fayda getirmemiştir.

Karaköseli Mısto’nun tabelası “Mustafa Öztürk” diye değiştirilmiştir. Öyle ya, asimilasyonu gerçekleştirmenin ilk şart da bu idi. Türkleşmemiz için Türkçe soy isimlerine gerek vardı. Mısto’ya çok uygun bir soy isim bulunmuştu. Öz be öz Kürt olan Mıstoya Öztürk amma da yakışmıştı. Onun kötü kaderini ne güzel de değiştirmişti.

Şimdi Cumhuriyet Gazetesinin “Garibanlar Yurdu” röportajından İstanbul’da iş arayan Mustafa Öztürk’ten aldığı ifadelere bakalım. “İş bir kumardır. Şansın yaver giderse bir iki ay çalışırsın. Kömür sırtlarsın. Yada kazmayı sallarsın. Bir de şansın yaver gitmedi mi yandığın gündür. Bu yüzden çalışılan günlerde biriktirilen yenir, erir, gün geçtikçe kazançlar. Bir gün gelir ki hiçbir şey kalmaz” diyor Misto.

Şu garip rastlantıya bakınız. Varto’lu Simon’un tabelası da İsmail Öztürk olarak değiştirilmiş. Ama ne yazık ki bu talihsiz insan da sefaletten kurtulamamış, 1968 Eylül ayında Antakya Devlet Hastanesinin “Açlıktan ölmüştür” tanısıyla verdiği raporla, sefil Kürt halkının dramına bir örnek daha oluşturmuştur.

Daha milyonlarca Mısto’lar, Simolardan örnek verebilirim. Değişen tabelalardan ve değişmeyen kaderlerinden söz edebilirim.

Osmanlı Kürdistan’ı ile Cumhuriyet Kürdistan’ı arasındaki farkı daha iyi görmek için, Kürdistan’ın Osmanlılara Biat etmeden önceki durumu, Osmanlı dönemindeki ahvali ve Cumhuriyet dönemini analiz etmek gerekir. Bu analizin burada mümkün olmadığı ve bu işin çok geniş tarihi ve sosyolojik araştırmayı gerektirdiği için bu değerlendirmeyi tarihçilere bırakıyorum.Ama, kısaca değinirsek;

1- Kürdistan’daki eski eserler ya Osmanlı döneminden önce yapılmış veya yapılan birkaç eser de yöredeki Kürt beyleri yönetimince yaptırılmıştır. Osmanlılar hiçbir ülkeye zaten yatırım yapmamışlardır.

2- Evliya Çelebi Seyahatnamesi gibi kaynaklar, Kürdistan tablosunu çizerken, refahını, asayişini çok iyi çizmiş, Kürtlerin iyi ahlak ve geleneklerini, Kürt Emirliklerinin zenginliklerini, Kürdistan’ın zenginliğini ve güzelliklerini anlata anlata bitirememektedir. Çelebi, aylarca katır sırtında Kürdistan’ı dolaşıyor,ne bir Selimo’ya ne de bir Hekimo’ya rast gelmiyor. Bu günden daha huzurlu, müreffeh, mamur ve özgür bir Kürdistan görülüyor.

Acaba, bu gün Kürdistan’da canından, malından ve namusundan emin bir tek kişi var mı? Eşkıyanın korkusundan göç eden Botan sakinleri Mersin başta olmak üzere Batı kentlerine dağılmış bulunmaktadırlar.

Cumhuriyetin 10. yılı çok şaşalı geçiyor. Her tarafta büyük merasimler tertip edilip, büyük nutuklar atılıyor. Cumhuriyetin faziletinden dem vuruluyor. Urfa’da bir vatandaş, nutukları dinlerken bunca şişirmelere dayanamayıp kalabalığın içinden çıkıyor. Şapkasını çıkarıp kürsüye doğru gösteren vatandaş “işte Cumhuriyet bize bunu verdi” diye bağırıyor.

Aradan uzun yıllar geçmiş, Kürdistan dağları, eşkıya ile dolmuş, köyler boşalmış, adamlar ya kaçmış veya dağlara kaldırılmıştır. Mal ve can güvenliği diye bir şey kalmamıştır. Fakat, yukarıda isimlerini Kürtçe olarak saydığım Eruh köylerinden Bınevre’nin tabelası değişmiş ve Ekmekçiler köyü oluvermiş. İşte tamamen boşalan Ekmekçiler köyü öğretmenin isteği üzerine öğrencisiz kalan ilkokulu teslim almak üzere Siirt valisi bir müfettiş görevlendiriyor. Müfettiş aydın bir kişi olan Behzat Ay, jandarmalar ve köy öğretmeni ile okula gidiyor. Köyde kimse yok ve hava yağışlı. Bir evden duman çıktığını görüp oraya gidiyorlar. Evde sadece yaşlı bir adamla karşılaşıyorlar. Yaşlı adam, önce bunları Hükümet adamı bildiği için bir türlü Behzat Ay’ın sorularına cevap vermiyor. Behzat bey, köyde yapayalnız kalmış bu adama, gazeteci olduğunu ve söyleyeceklerini yazıp Hükümete duyuracağını söyleyince, adam açılıyor. “Allah aşkına, git Hükümetine söyle. Köylerin isimlerini değiştirmekten başka bir iş beceremeyen hükümete deki ; Köyümüzün adı Bınevre idi, bu ismi değiştirip Ekmekçiler yaptılar. Oysa ne ekmeğimiz, ne de umudumuz var. Bari köyümüzün ismini tekrar değiştirip Ekmeksizler yapsınlar” diyor.

İhtiyar köylünün 1966 yılında, Urfa’lı vatandaşında 1933 yılında söyledikleri düşündürücüdür. Kürtler, kendi kimliklerine kavuşmadıkça da durum bu şekilde devam edecek ve her gün daha kötüye gidecektir.
Evet, Cumhuriyet Hükümetleri, Kürdistan’a olumlu bir şey vermemiştir. Asker, vergi ve tüm zenginlikleri almış, oyları almış, her şeylerini almıştır. Bütün bu aldıklarının karşılığında Kürtlere asimilasyon ve jenosid tatbik etmiş, sindirmeye çalışmış, terör havası içinde sürgünleri ve zindanları Kürdistan’a hediye etmişlerdir. Böylece bol bol nutuklar atılmıştır.

Bütün bu şikayetleri Demirel Hükümetine tevcih etmiyorum. Sayın Demirel, devraldığı taktik ve metotları sadece tatbik etmiştir. Ahmet Kabaklı’nın deyimiyle; “Doğunun bu günkü perişan halinden 45 yıllık Cumhuriyet Hükümetleri teker teker mesuldür.”

Demirel, “minnet yüklettiler, meşakkat yüklettiler” diyor. Mesele, yüklenen meşakkat ve minnetleri azıcık olsun hafifletmektir. Bu ağır yükün, büyük problemin aşılmasını ve daha büyümesini önlemektir. 46 yıldır gasp edilmiş, geciktirilmiş Kürt ulusunun maddi ve manevi haklarını bir an önce vermektir.

Şimdi SSCB Lideri Starlin’in Kerimof ve Hasanof’a verdiği cevabı tekrar hatırlayalım. Yukarıda verdiğim örnekleri de bir kez daha düşünelim. Kürdistan’da sadece tabela değiştirilmiş ve Cumhuriyet Hükümetleri Türkiye çerçevesi içinde bir sömürgenin varlığına göz yummuştur. İster üstü örtülü sömürge, ister yarı sömürge, ister dolaylı sömürge diyelim buna , netice olarak Kürdistan 46 yıldır Türkiye’nin sömürgesi durumundadır. Hatta ve hatta sömürgelerde bile tatbik edilmemiş bir çok gayri insani metotlar, bu günde Kürdistan’da mevcuttur, yürürlüktedir.


Sayın Türkiye Yargıçları;

TKDP’nin kurulmasını zorunlu kılan sebepleri saydıktan sonra, parti programında istenilen doğal hakların üzerinde madde medde duracak ve ne kadar haklı, insani bir yoldan yürümek istediğimizi yüksek mahkemeye açıklayarak, iddia makamının yersiz ve mesnetsiz yakıştırmalarını cevaplayacağım.

Bu partinin kurulmasında bizleri düşündüren ve kurulmasına sevk eden sebeplerin başında; Kürt milletinin bir bunalım devresine girmiş olduğunu ve artık ulusal özgürlüklerinden yoksun yaşamak istemediklerini, sefalet içinde kalmak istemediklerini görüp müşahede ederek, istenilen ile mümkün olanı Türkiye şartlarında ve politik bir yoldan demokrasi kuralları içinde uzlaştırmaktır. İstenilen insani hak ve özgürlükleri programlaştırıp, halkımızı yanlış istikametlerden çevirerek sadece Türkiye’nin birlik ve beraberlik gayesini amaç edinen bir siyasi teşekkül etrafında toplatmak, böylece hem Hükümetlerimiz, hem de Kürt Milletine ve Türk kamuoyuna Kürt sorunundaki, haklılığımızı anlatmaktır.

Kürt ulusunun milli istemlerinin, Türkiye’nin bir sorunu olduğunu ve ancak anayasa çerçevesi içinde buna çözüm getirilmesi gerektiğini, demokratik bir ortamda bu sorunun çözülmesinin zorunlu hal aldığını Türkiye kamuoyuna açmak ve haklılığımızı herkese anlatmak idi.

İkinci ve çok önemli sebeplerden birisi de, bilhassa 1960 devriminden sonra yurdumuzda azıtan ırkçı ve Turancı cereyanların geri kalmış Kürdistan bölgesinde inkişaf etme tehlikesi idi. Bu tehlikeli gelişmeye karşı Kürt aydınlarını bir arada tutmak, demokrasiye ve hukuk nizamına inanmış bizleri bir program etrafında toplamak zaruriyeti ile karşı karşıya kaldık. Ulusal varlığımızın devamı için bu noktayı düşünmek mecburiyetinde idik.

Sağcıyım diyen fakat sağ duyudan ve mantıktan yoksun bulunan Turancı ve ırkçı olduklarına şüphe kalmayan milli felaketin gizli emellerine karşı ulusal varlığımızı korumak ve savunmak, dolayısıyla Türkiye’nin sadece ve sadece Türk soyunun imtiyaz ve tekelinde olmadığını, bu vatanın kurtuluş ve kuruluşunda canlarını veren, oluk gibi kanlarını akıttıran bütün Türkiyelilerin vatanı olduğunu, bu şoven ırkçılara ihtar etme gayesinde idik.

Tamamen zecri ve gayri insani metotlara dayanan, kaba kuvvete tapan, anarşi ve terör metotlarını amaç edinen bu ırkçı cereyana karşı, barışçı ve demokratik bir mücadele yöntemiyle karşılarına çıkmak, bu kaba kuvvetin silahlarına çalışmaz hale getirmek elbette ki hem Türkiye’nin hem de bu ülkede yaşayan Kürt Ulusunun Milli ve Demokratik bir görevi idi.

TKDP’nin kuruluş düşüncesini getiren nedenlerden biri de Lozan’da İngilizlerin ağır baskısı ve Lozan Kahramanı İsmet Paşa’nın tavizkar tutumu neticesinde Türkiye Kürdistan parçasından koparılmış, Irak Kürdistan’ında devam eden Kürt Ulusal Kurtuluş Harekatıyla ilgilidir.

Oradaki harekatın amacı bağımsızlık değil, özerliktir. Bu harekat, faşist ve ırkçı Arap diktatörleriyle devamlı savaş halindedir. Mustafa Kemal’in emperyalistlere karşı çıkmasının haklılığı ve meşruluğu kadar, Mustafa Berzani’nin de Irak diktatörlerine karşı çıkması ve savaşması haklıdır, meşrudur. Irak’ta devam etmekte olan Kürdistan Kurtuluş Savaşı, Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürdü ister istemez etkilemektedir. Dikkatlerini zorunlu olarak oraya çevirmektedir.

“Türk milletinin başını belaya sokmadan, kendileri de yok olmadan çekilip gitsinler. Nereye mi? Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler. İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Berzani’ye gitsinler. Birleşmiş Milletlere başvurup Afrika’da yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırlı sabırlı olduğunu fakat ayranı kabardığı zaman, boğan aslan gibi önünde durulmadığını ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin.” Diyen ve ikide bir “Doğu Anadolu’ya Kırgızları silahlarıyla yerleştirip Kürtleri imha yoluna gidilsin” şeklindeki saçma sapan yazıların ve sonu gelmeyen tehditlerin ırkçı ve sağcı basında sık sık neşredildiği bir ortamda tüm ulusal ve insani haklardan yoksun bırakılmış Kürdün umudu elbette ki Irak’ta cereyan eden olaylara yönelecektir.

Kürt aydınları olarak, Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürdün nazar-ı dikkatlerini Türkiye’ye tevcih etmek, onlara ulusal sorunumuzun Türkiye’nin bünyesinde ve demokratik ortamda çözülebileceğini telkin ederek, Türkiye’nin birliğini ve burada yaşayan halkların beraberliğini sağlamak istiyorduk.

Kürdistan, Türkiye’nin bir parçası olduğu gibi, Kürdistan’ın kalkınması ve burada yaşamakta olan Kürt ulusunun haklı ve doğal sorunları da Türkiye’nin sorunudur. Bu gün parçalanmış Kürdistan’ın her kesiminde Kürt sorunu vardır. Ve tamamen kendi devletleri bünyesinde demokratik çözüm yolları aranmaktadır. Irak veya İran’daki Kürt liderlerinin Türkiye’deki Kürtleri kendi kesimlerine çekmeleri söz konusu değildir. Böyle bir girişim yapma hakkı bize düşer. Zira hem nüfus hem de toprak bakımından mutlak çoğunluğu teşkil etmekteyiz. Türkiye’de 10 milyonun üstünde Kürt yaşamaktadır. Aynı zamanda Kürtler Türklerle isteyerek kader birliği yapmışlardır. Fakat Irak ve Suriye Kürdistan parçaları Fransızların ve İngilizlerin Kürdistan’daki zengin maden ve petrole olan iştahlarından dolayı anayurtlarından (yani Türkiye Kürdistan’ından) koparılıp, Arap kesimine aktarılmıştır. İran Kürdistan parçası ise, Osmanlılarla İran Şahlığı Kasr-ı Şirin (Qesra Şirin) antlaşmasıyla paylaşmıştır. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerin yanında yer almışlardır.

Irak Kürt harekatı Lideri Mela Mustafa Barzani’nin 1968 Sonbaharında TC Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Hükümet Başkanı Süleyman Demirel’e gönderdiği mektuplarda şöyle bir tabir kullanılmaktadır. “Türkiye’de yaşayan Müslüman kardeşlerimiz bizden dargın görünüyorlar. Öyle biliyorlar ki güya biz isteyerek Türkiye’den ayrılmışız. Oysa bu tamamen bizim isteğimizin dışında olmuş ve İngilizler bizi Türkiye’den koparmışlardır.”

Suriye Kürtlerine gelince, sorguda verdiğim ifadelerimde de belirttiğim gibi, Reşit Hemo’nun iltica etmek istemesi konusu Türkiye’nin menfaatine idi. Samimiyetimize inanılsa idi, bu insanın ilticası memnuniyetle karşılanacak ve bizler şu anda cani gibi sanık sandalyesinde olmayacaktık. Fakat yolumuzun doğruluğundan şüphemiz olmadığı için üzüntü duymuyoruz. Tarihin şaşmaz adaleti elbette tecelli edecektir. Dosta düşman muamelesi yapanları utandıracaktır.

Bu inanç ve samimi bir duygu ile diyebilirim ki; TKDP’nin programında yer alan amaca, yani Türk Kürt kardeşliği amacına, ve Misak-ı Milli sınırlarına sadık duygularla bu partinin kurulması düşünülmüş, gerçek demokrasiye ve insan hak ve özgürlüklerine olan inancımızdan doğmuştur.


Sayın Yargıçlar Kurulu;

Şimdi, düşünülen veya kurulmuş bulunan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisinin programında gerçekleştirilmesini talep edilen maddeleri birer birer okuyup bu isteklerin gerçekleştirilmesinin zorunlu nedenleri üzerinde duralım.

Madde 2- Parti, Türkiye Cumhuriyetinde meskun Kürtlerin siyasi,iktisadi ve kültürel haklarını gerçekleştirmek ister.
Madde 3- Bu şartların yerine getirilmesi için
a) TC Anayasasına şu kayıtlar konulmalıdır: TC Türk ve Kürtlerden teşekkül eder. Her iki ulus her hususta eşittir.

Mustafa kemal, Milli Mücadelenin iktisabı zaferle ve galibiyetle sonuçlanmasını şu satırlarla açıklamaktadır. “Hakimiyeti milliyemiz Hukuk-i Tabi-iye’den doğmuş, kan dökülerek alınmış, Türk ve Kürt Milletlerinin muahedesi ve mücadelesi ile iktisabi zafer ve galibiyet etmiştir.”

Türkçülüğün babası sayılan Ziya Gökalp, 5 Haziran 1922’de yazdığı bir makalede Türkler ve Kürtler başlığıyla şu cümlelere yer veriyor: “ Milli Misakımız Türkler ve Kürtlere aynı kıymeti ve aynı ehemmiyeti vermesi gösteriyor ki; bu iki millet arasında vefa bağları, sadakat rabıtaları, her türlü tasavvurun mevkiinde bir samimiliğe maliktir. Balkan Harbi gibi, mütareke zamanı gibi, en felaketli günlerimizde bize dostluk ellerini uzatan, bizimle samimi dert ortaklığı eden, bu kadar hukukperver bir arkadaşın emsalsiz vefakarlıklarını, sayısız fedakarlıklarını nasıl unutabiliriz.”

Verdiğim tarihi misaller gösteriyor ki; Türkiye’nin kuruluş ve Kurtuluşu Kürt ulusunun yardım ve iştirakiyle olmuş, Kürtler eşit haklara kavuşma şartı ve vaatleriyle mücadeleye katılmışlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, verilen vaatler unutulmuş, Kürtlerin inkarı yolu tercih edilmiştir. Bu vefakar millet, jenosid ve asimilasyon planlarıyla ya imha etmek veya eritilmek istenilmiştir.

Bizi Moskoflar kadar düşman gören (10) “Biz bu kadar yapabiliriz. Bizi beğenmezseniz başka bir devletin tabiyesine girin” diyen (11) TC Hükümetinin bir üyesi olan Sayın Yusuf Azizioğlu’nu kürsüye davet ederek, “ Türkmüsün, Kürtmüsün?” sorusunu tevcih eden Bakanlardan, Varto’lulara, “İnsan azmanının altında hayvani sesler geliyor” diyen Hükümet üyelerine sınır kapılarını göstererek “Bizim imkanlarımız bu kadar, beğenmeyen çıkıp gidebilir” diyen Başbakanlara kadar her gün bu vatandan çıkarılmak ve kovulmak tahrik ve tehdidi altındayız.

Savaşta ön saflarda döğüşen Kürdün barış zamanında arka planda kalmaya hiç ama hiç tahammülü yoktur. Bakan yada Cumhurbaşkanı da olsak bize şüphe ile bakılıyor. Bu vatanda bir Rum kadar itibar görmüyoruz. Dilimiz, kültürümüz hor görülüyor.

İşte, TC kuruluşunda canını veren, hayatını ortaya koyan Kürt ulusunun, bu vatanda yaşama hak ve özgürlüğüne sahip olduğunun maddi delilini görmek ve gerçekleştirmek arzusunda, TC Anayasasına ulusal varlığını belgelemek kararındadır. O zaman, ne kimse bizi itham ve iftiralarla tehdit etme cesaretini gösterebilecek, ne de “başkasının tabiiyetine girin, sınır kapıları açıktır, çekilin gidin” diyebileceklerdir.

b) Türkiye Parlamentosunda Kürtler nüfus nispetine göre temsil edilmeli ve bakanlar kurulunda yer almalıdır.

Bu noktayı tarafsız bir açıdan düşünelim. Türkiye nüfusunun 1/32’ ini teşkil eden Kürt halkının, gerek Meclis’te ve gerekse senato ve Bakanlar Kurulunda temsilcileri kaçta kaçıdır? Şu anda Parlamento da Kürt halkına nüfus oranına göre sandalye verilmiş olsaydı, en azından Kürtlerin 150 adet milletvekilinin ve Bakanlar kurulunda (18 Bakan Koltuğuna göre) tam 6 Bakanın Kürtlerden olması gerekirdi. Oysa kabinede bir tek Kürt yoktur.

c) Türkiye Kürdistan bölgesinin sınırı belirtilmeli, Kürdistan toprağına muhacir yerleştirilmemesi, Kürdistan vilayet ve köylerinin isimleri değiştirilmemeli, değişmiş olanları eski isimlerine çevrilmeli,

Şimdi diyelim ki, idarecilerimizin akılları başlarına geldi. Şoven duyguları bitti ve Kürdistan kalkınmasının yegane çaresinin orada yaşayan Kürtlerin kendi dilleri ve ulusal kültürleriyle okuyup, kültür seviyelerini yükseltmeleriyle mümkün olacağı gerçeği kavrandı veya Kürdistan halkı ile devlet memurları arasındaki soğukluğu ve boşluğu doldurmak için bu bölgede resmi dilin Kürtçe olmasının zorunluluğunu idrak etti.

O zaman Kürtlerin meskun buldukları ve çoğunluk teşkil ettikleri belli başlı bir yer, bir bölge olmayacak mı? Bu gün TC haritasında 7 coğrafi bölgenin ayrı ayrı sınırları olduğu gibi, elbette ki Kürtlerin çoğunluk teşkil ettikleri ve yerleşik bulundukları bölgenin bir sınırı olacaktır. Bu sınır siyasi bir sınır değil, hudut karakolları olmayacak ve mayınlar döşenmeyecektir.

Muhacir meselesine gelince;

Bu gün Türkiye genelinde topraksız ailelerin oranı % 8 iken, Kürdistan bölgesinde bu oran % 38’dir. Aynı istatistiki bilgilere göre; Diyarbakır’da % 46.8’i, Mardin’de % 40.8’i, Urfa’da ise % 53.7’si tek karış toprağı olmayan kesimindendirler.

Adıyaman, Bingöl, Bitlis, Ağrı, Erzurum, Diyarbakır, Elazığ, Kars, Malatya, Mardin, Muş, Siirt, Tunceli, Van ve Urfa illerinde tam 188 köy doğrudan doğruya şahısların tapulu malıdır.

Diyarbakır’da çiftçi ailelerin % 6.6’sı bölge arazisinin % 63’ünü elinde tutmakta, ailelerin geri kalan % 57.4’ü ise bu arazinin ancak % 6.6’sına tasarruf etmektedir. (14)

Kontenjan senatörü ve eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden Sayın Osman Köksal, Mardin, Diyarbakır, Siirt ve Urfa illerinin toprak sorununu ele alarak “Bu düzen Cumhuriyetin yüz karasıdır.” Diyerek, Kürdistan’da yüz binlerce toprakbend çiftçi ailelerin acıklı durumunu dile getirmektedir. (15)

Durum bu iken, sen Bulgaristan’dan binlerce muhacir getirip Kürdistan bölgesine yerleştirecek, milyonlar ve milyarları harcayıp, onları, toprak, modern ve bahçeli mesken, kredilerle donatıp bu topraklar üstünde ezelden beri yaşamış, bu topraklar için canlarını vermiş insanları kötü kaderleriyle baş başa bırakacaksın. Ben bu adaletsizliğe, bu eşitsizliğe bir son verilmesi gerektiğini savunduğumda beni bölücülükle damgalayacaksın. Demokrasi ve insan hakları anlayışı bu mudur?.....Gerçekten bölücülük yapan kimdir?.

Biz bu noktada hem haklı hem de kararlıyız. Şayet Kürdistan’da göçmenleri yerleştirecek fazla toprak varsa, bu fazla toprakları topraksız Kürt halkına dağıtılmalıdır. Yoksa asimilasyon programınızı gerçekleştirmek için yaptığınız bu haksız uygulamalar başarıya gitmeyecek, gidemeyecektir.

Kürdistan vilayet ve köy isimlerinin değiştirilmemesini, değişen varsa eski isimlerine dönüştürülmesi:

Biz burada gerçeğin gerçeğe dönüştürülmesini istiyoruz. Aslında böyle bir isteği dile getirirken, Cumhuriyet Hükümetleri adına üzülüyor, utanıyoruz. Coğrafi ve tarihi isimleri değiştirerek, mamur ve müreffeh Türkiye’yi gerçekleştiremezsiniz. Kürdistan’da değiştirdiğiniz köy, kasaba ve vilayet isimleri bir utanç tablosundan ileri gitmeyecektir. O isimler hep idarecilerin kafasında ve resmi evraklarda bulunacak, kırtasiyeye gömülecektir. Kürtler, coğrafyalarını ve yerleşik isimleri biliyorlar. Aralarında bu isimleri kullanıyorlar.

Köyümün eski ismi, en az 500 yıldan beri Minar’dır. Osmanlılar ve Cumhuriyet döneminde nahiye merkezi olan bu köye hiçbir sosyal tesis gelmeden, buraya devlet hiçbir yatırım yapmadan ismini değiştirip Dilektepe yaparsa, elbette ki benim bu haksız tutuma, bu tabelacı zihniyete karşı bir tepkim olacaktır. Tam ismine uygun bazı taleplerim ve dileklerim olacaktır.

Ç) Kürdistan şehirlerinde görevlendirilen vali, idari amirler, adli ve tüm memurlar Kürtlerden olmalı, Kürtlerin örf ve adetleri kanunlarda yer almalıdır.

d) Türkiye Kürdistan’ında resmi dil Kürtçe olmalıdır.


Burada müteveffa ABD Başkanlarından J.Kenedy’in Fazilet Mücadesi kitabında söylediği şu sözleri tekrarlamadan geçemeyeceğim. “Halkın dilini bilmeyen, onun konuştuğu dil ile konuşmayan bir temsilci halkı temsil etmiyor, olsa olsa kendi kendini temsil ediyor” diyor.

Bu sözler Kürdistan’daki mahalli idareciler için çok geçerlidir. Bu gün sırf bu yüzden Kürt halkı, devletin varlığını ya hiç duymamış veya devleti bir kabus, bir baskı aracı olarak algılamıştır. Kürt için, devlet demek zorba demektir, düşman demektir. Sözüne güvenilmeyen bir olgu demektir. Kürdistan’da devlet, halkla kaynaşmamış, boşlukları ve uçurumları bütün zecri tedbirlere rağmen dolduramamıştır. Hala Kürt halkı, “Devleta Romé, Eskeré Romé, Roma Reş, Roma Bébext” diye niteliyor Cumhuriyet Türkiye’sini. Halktan hiç kimse tek başlarına ve doğrudan devlet kapısına gidemez. Yetkililerle görüşemez. Şehir ve kasaba eşrafı olmadan devlet kapısına yaklaşamaz. Ya eşraftan birini veya devletle halk arasında komisyonculuk yapan birilerini yanında götürmek zorundadırlar.

Sayın Ahmet Hamdi Başar, 8 Kasım 1962 tarihli Barış Dünyası dergisinde aynen şunları yazıyor “ Realite şudur ki doğulu Kürt vatandaş, devletin her şeyinden korkuyor. Memurundan, jandarmasından ve bedava dağıttığı ilacından korkuyor.”

Evet, Kürt korkuyor. Ama şu da bir realitedir ki; korku nefreti, nefret ise karanlık ve tehlikeli günleri doğurur.

Biz Kürdistan’da resmi dilin Kürtçe olmasını isterken, işte bu tehlikeli gidişe dur demek istedik. Dolayısıyla Türkiye’nin ulusal çıkarlarını düşündük. Bu talebimiz hem hukuki, hem de en doğal hakkımızdır. İdarecilerin Kürtçe konuşabilmeleri için elbette Kürt olmaları gerekir. Böylece, hem Kürtler sömürge zihniyetli yöneticilerden kurtulur, hem de devlet fuzuli “mahrumiyet zammı” külfetinden kurtulmuş olur.

3 Şubat 1969 tarihli Akşam gazetesinde bir yazar “ Bu gün Doğu Anadolu’nun 12 ilinin valileri halkla konuşmaları gerektiği zaman, genellikle tercüman kullanmaktadırlar” diye yazmış.

Kürt halkının hala nüfus idaresi ve Jandarma Karakoluna girmekten korktuğu Türkiye’de, bu çaresizlerin doğrudan bir vali bir paşa ile konuşmaları zaten mucizedir. Vali, tercüman kullanıyorsa, ya adaleti temsil eden hakimler, savcılar ne yapıyor? Kürtler, mahkemelerde haklarını hangi dille savunuyorlar.?

Bizzat adalet mekanizmasında vaki olan bu haksızlıktan şikayet etme görevi Kürtlerden çok, Kürdistan’da görevli hukukçularımıza düşer. Yalnız yöneticiler, sadece hukukçular değil, insanım diyen tüm Türk ve Kürt aydınları bu haksızlığa karşı olmalı ve karşı çıkmalı. Ama ne yazık ki bu haksızlığı gören, zulme zulümdür diyen ve bu zulme bir son verilmesi isteğinde bulunan Kürt aydınları yıllarca hapis, işkence, baskı ve her türlü kötü muameleye maruz kalıyor.

Türkiye hukukçuları da, bu zulme, bu antidemokratik gidişe dur diyeceklerine, bizzat kendileri bu zecri ve gayri insani düzene yardımcı olmaktadırlar. Kürt Ulusunun ve Türkiye haklarının en büyük şansızlıkları da budur.

Biz örf ve adetlerimizin kanunda yer almasını isterken, haklı olarak doğal haklarımızın kanunların teminatında olmasını istiyoruz. Ulusların ve halkaların gelenek, görenek ve adetleri vardır. Bu örf ve adetler özel patentlidir. Tarihin derinliklerinden ve ulusal karakterlerden gelmektedir. Mesela, Kürdistan’da namus sorunu % 100 ölümle sonuçlanır. Demek ki, halkın karakterinde bu olgu kanun gibidir. Bu durum diğer halklar içinde geçerlidir. Her ulusun karakteri saygıdeğerdir. Kanunlar, bu karakter yapısına göre düzenlendiğinde ulusların yapıları daha sağlam temellere oturtulur.

e) Kürdistan okullarında tahsil Kürtçe olmalı fakat Türkçe’de öğretilmeli, Kürdistan Üniversitesi kurulmalı, dar gelirlilerin tahsili devlet tarafından karşılanmalıdır.

Kürt sorunun ve Kürdistan kalkınması davasının, en önemli noktası şüphesiz, Kürt halkının eğitim ve Kültür meselesidir. Uluslar, kendi anadilleri, çevre kültürleri, görgü ve gelenekleriyle, ulusal özellikleriyle okumadıkça kültür seviyeleri hiçbir zaman yükselmez. Kültür seviyeleri tam manasıyla yükselmemiş bir milletin, ekonomik kalkınması da gerçekleşemez. Bu bilimsel gerçeğin ışığında Kürdistan’ın kalkınmasını beklemek sadece hayaldir.

Cumhuriyetimiz kuruluşundan beri sarf edilen hatalı çabaların neticesi meydandadır. Resmi istatistiklere göre 3 milyon Kürt hala Türkçe bilmemektedir. Gerçi, istatistikler her zaman Kürdün aleyhine tecelli etmekte ve yalan yanlış verilmektedir. Yine de, milyonların Türkçe bilmemesi bu güne kadar işleyen eğitim çarklarının ters döndüğünü göstermektedir. Bu istatistiklere göre, Kürdistan’da muhtarlıkların % 53’ü hala ilkokula kavuşmadığını bildirmekte, Batı bölgelerinde çocuk başına düşen eğitim gideri 106 TL iken bu oran Kürdistan’da 22 TL olarak belirtilmektedir. Bu da bölgeler arası eğitim düzenindeki uçurumu gözler önüne sermektedir.

Yine bu istatistiklere göre, Kürdistan’ın bazı bölgelerinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 86’dır. Kürdistan’ın genelinde ise okuma yazma bilenlerin oran % 27’dir. Bu oran batı bölgesinde % 55’e yükselmiş olup dengesizlik örneğini göstermektedir. Bu gün, 7-12 yaş arasındaki çocukların okula devam oranı Kayseri’de % 96.7, Kırşehir’de % 96.1, Denizli’de % 94.5 iken, Kürdistan’ın % 58 muhtarlıklarında okul dahi yoktur.

Kürtlerin çoğu, okuma yazmayı okullarda değil, askeri kışlalarda öğrenir. Bununla beraber okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 86 civarındadır. İlkokullar için verdiğim örnekle, il ve ilçelerdeki orta dereceli okullar içinde geçerlidir. Gösterme amaçlı açılan bu okullar, araç ve gereçten yoksun, öğretmensiz bırakılmakta, bunun sonucunda bu okullardan mezun olmayı başaran Kürt gençlerinin, Batıdaki üniversitelere girme şansı yok denecek durumuna düşürülmektedir Ayrıca, bu gençler, batıdaki lise mezunlarıyla aynı sınava tabi tutulup başarısızlıkları için bu yol uygulanmaktadır. Böylece, Kürt gençlerin üniversiteye girmeleri imkansız hale sokulmaktadır.

Kürdistan’daki bozuk eğitim düzenini dile getiren YTP Genel Başkanı Sn.Dr.Yusuf Azizoğlu, “Doğudaki lise ve orta okullar, sadece bir müdür ve bir mühür ile idare edilmektedir” demektedir. Kaldı ki, Kürdistan bölgesi her türlü eğitim ve yüksek öğrenim imkanlarına kavuşmuş olsa bile, Kürt gençleri kendi dili ve çevre kültürüyle eğitilmedikçe kültür seviyeleri hiçbir zaman yükselmez, inkişaf etmez. Dolayısıyla birer Osmanlı devşirmesinden ileriye gidemezler. Bu sebeple ne bölgelerine ne halklarına faydalı olamazlar.

Bu gün milli ve insani hakları için çekinmeden ortaya atılan, Türkiye’deki haksızlığı ve sömürüyü gören ve zulme dur diyen Kürt aydınları, asimilasyoncu ve ırkçı eğitim düzeninin bir başarısından değil, müspet ve yararlı aydın kesiminin çevreleriyle olan münasebet ve ulusal kültürlerine gösterdikleri ilginin doğal bir neticesidir.

Kürt aydını, ulusal kültür ve diline, geleneklerine gösterdiği ilgi ve önem derecesine göre bilinçlenmekte ve her türlü safsatadan kurtularak, gerek Türkiye’ye ve gerekse bölgelerine faydalı olabilmektedir. TKDP’nin bu fıkrada “Kürdistan okullarında Türkçe’nin de okutturulmasını” kabullenmekle Türk-Kürt kardeşliğinden başka bir amaç gütmediğini bir kere daha tekrarlamaktadır.

f) Kürdistan’da Kürtçe radyo ve televizyon kurulmalıdır.

g) Kürtçe kitap, dergi ve gazeteler neşredilmelidir.


İddia makamı, bu isteklerin yerine getirilmemesindeki nedeni şöyle açıklıyor. “Radyoda Kürtçe neşriyat yapılmaması, okullarda Kürtçe eğitim verilmemesi, Türk vatanı içinde yaşayan bütün vatandaşların yek vücut olarak bir kuvvet teşkil etmelerinin menfaatleri icabına olmasıdır.” Diyor. Yukarıda, Kürtçe tedrisatla ilgili geniş açıklama yapıldı. İddia makamına cevap olarak, ulusların yek vücut olmaları için, eğer tek dil ile tedrisat zorunlu kılınsaydı, bu gün yeryüzünde bir ABD, bir SSCB, bir Çin, Yugoslav, İsveç, İsviçre, Çekoslovakya ve bunlar gibi büyüklü küçüklü devletler olmayacaktı. Diyelim ki, bütün bu devletler milli menfaatlerini yanlış değerlendirip, federasyonlara, otonomilere ve çeşitli demokratik sistemlere girmişler. Dünyada milli menfaatleri sadece Türk idarecileri biliyor. Ulusal çıkarları sadece Türk şovenleri biliyor. Peki, yıllardır devam eden ve bütün Türkiye halklarının başını belaya sokan, bu halkları her an büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakan Kıbrıs davasına ne diyelim? Rumlardan federasyon isteniyor da Kıbrıs’ın birliği bozulmuyor, ulusal çıkarları da zarar görmüyor. Fakat Kürtler kültürel haklarını isterken Türkiye’nin milli birliği bozuluyor. XX. asrın başlarında Orta Doğuda ilk ulusal kurtuluş savaşını kazanan sayın Türk halkını Rumlardan aşağı görmek ayıptır, insafsızlıktır.

İsviçre’de Alman, Fransız ve İtalyan Uluslarına mensup halklar ayrı ayrı dillerle konuştukları ve bu dillerin hepside resmi dil olduğu halde, Almanya ve Fransa devletleri resmen savaştığında bile, bu ülkede milli birlik, beraberlik bozulmuyor. Yekdiğerinin haklarına riayet ettikleri oranda, birbirlerine gösterdikleri saygı nispetinde yek vücut kalıyorlar. Tam 7 Cumhuriyetten ve 3 tanede özerk bölgeden meydana gelen Yugoslavya Federal Cumhuriyetler Birliği, bir avuç Boşnak Türküne kültürel hak verdiğinde milli beraberliklerini düşünmediler mi? Tito koskoca SSCB ile pençeleşirken acaba bu kuvveti nereden alıyor? Yüzlerce ulusu bünyesinde barındıran ve hepsinin dil, kültür, örf ve adetlerine saygı gösteren bir Sovyetler Birliği, bir ABD nasıl oldu da dünyada süper güç ve şampiyon oldular, dünyanın lideri haline geldiler? Türkiye’den çok sonra kurulan ve ekmek kapımız haline gelen, bizi fersah fersah geride bırakan Federal Almanya, neden federal sistemi seçti? 1968’de Sovyetlerin yıldırım harekatından sonra Slovaklarla Çeklerin birleşip federasyona gitmeleri bu iki ulusun birliğini pekiştirmiyor mu? Çekoslovakya’nın özgürlüğü ve bağımsızlığı için, herkesin gözü önünde kendileri cayır cayır yakan gençlerin milli duygularından şüphe edilebilir mi?

İşte bu ve bunlar gibi yüzlerce misal var dünyamızda. Yeter ki kafalarımızı kumdan çıkarıp şöyle etrafımıza dikkatlice bakalım. Tekrar ediyorum; Türkiyeleşelim. Yek diğerimize saygı duyalım. Ulusal çıkar, birlik ve beraberlik bu noktadadır.

Irak İhtilal Hükümeti radyosu ve televizyonuyla durmadan Kürtçe yayın yapacak. İran şahlık rejimi Kürtçe neşriyatıyla Kürtleri yanına çekmeye çalışacak. SSCB, Ermenistan Cumhuriyeti Başkenti Erivan adına tahsis ettiği radyosunda Kürtlerin milli folklorunu, edebiyatını ve tarihini yayınlayarak sempati toplayacak. Fakat demokratik, sosyal hukuk devleti Türkiye’m, 20 milyon Kürdü es geçerek, Kürt ulusunu milli haklarından mahrum bırakıp, bunun adına “Milli Birlik”, “Milli Dostluk ve Beraberlik” diyecek.

Türkiye Kürdistan’ında her gün milyonlarca Kürt, Irak radyosundan Kürtçe olarak şu marşı dinlemektedir.

Welaté me Kürdistan e
Ci ü waré me Kurda ne
Welat bo me rıh ü can e
Kurd ü Ereb bra ne...


Ermenistan radyosu ise, bu marşı şu şekilde vermektedir.

Welaté me Kürdistan e
Ci ü meskené me Kurda ne
Welat bo me rıh ü can e
Millet hemü bra ne...


Türkiye’nin dostu ve müttefiki İran Şahı ise Kermanşah radyosundan;

Ey niştiman, niştimanén baş, Xelkén Ariyan, Ey geli Kürdan...
Rojén ne xweşi, rojén roreşi, tü piştivani, Texté İRAN....


Irak, Kürt-Arap kardeşliğini, Kürtlerin milli hislerini kamçılayarak gerçekleştirme yolunu tutacak. İran ise, Kürtlerle aynı ırktan olduklarını vurgulayıp, ne zaman İran tahtı tehlikeye düştü ise vefakar ve cesur Kürtlerden destek gördüklerini söyleyecek, Ermenistan radyosu ise Kürtleri Enternasyonalizme davet ederek, tüm ulusların kardeş olduğunu ileri sürüp Kürtleri kendi yanına çağıracak, fakat Türkiye idarecileri sadece susmayı tercih ederek Kürt ve Kürdistan kelimelerinin tapulaştırılması için ellerinden gelen tüm çabayı sarf edeceklerdir.

Kürt ve Kürdistan’ı unutturmak için, Sayın akıllı Yöneticilerimiz, Kürdistan’da fabrikadan çok radyo evleri açıp sabahtan akşama kadar Kürtlerin hiç anlamadığı bir dille, sevmediği batı müziği ve meyhane plaklarını çalacak, Bozkurt masallarından ve Ergenekon hayallerinden bahsedecek. Sözüm ona, bunların hepsi milli birlik ve beraberliği sonsuzlaştıracak, bu haksızlıkları yapa yapa kaynaşmamızı sağlayacaklardır. Bu çok yanlış bir tutumdur. Türk idarecileri, milli birliğimizi gerçekleştirmek istiyorlarsa, Kürtlerin ulusal haklarını çiğnemekten vazgeçip, realitelere eğilsinler. Hiç korkmadan, çekinmeden komşu devletlerin verdiği göstermelik haklar yerine, samimi bir şekilde Kürt ulusunun siyasi, iktisadi ve kültürel haklarını vererek, Kürtleri başka ülkelerin tuzağına düşürmeden Türk-Kürt kardeşliğini gerçekleştirsinler.

Irak, Kürt-Arap kardeşliğini ileri sürüyorsa, Türkiye bu tezi daha cesur bir şekilde ileri sürebilir, ve bu etkili olur. Zira Kürt-Türk kardeşliği ve kader birliğinin tarihi, coğrafi ve dini bağları mevcuttur. Bu bağları sevgi ile, saygı ile, hak eşitliğine dayana samimiyet ve dürüstlük ile donatıp sonsuzluğa doğru gerçekleştirebiliriz.

Neşriyat meselesine gelince; Kitap, dergi ve gazetelerin neşredilmesi, aslında Türkiye’de yasak olmaması gerekirdi. Fakat ne yazık ki bu neşriyatlarda yasaktır. Türkiyeli olmayan ve bağımsızlık savaşında Türk-Kürt uluslarına kan kusturan İngilizlerin dili ile tam 53 adet çeşitli dergi ve gazete ülkemizde neşredilmektedir. Fransızcasından Çincesine yurdumuzda tam 108 adet neşriyat organları basıldığı bir hakikattir.

Nüfus oranları, Kürdistan’ın bir tek vilayetinin nüfus toplamını bulmayan Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, hem kendi dilleriyle tedrisat yapabilmekte, hem de neşriyat hakları bulunmaktadır. Bu vatandaşların doğal ve demokratik hakları olan kültürel özgürlüklerini kıskanmıyoruz. Elbette ki etnik grupların milli mevcudiyetlerini devam ettirmek ve yaşatmak en doğal haklarıdır. Fakat aynı bayrak altında yaşayan ve aynı zamanda bir azınlık seviyesinin çok üstünde bulunan Kürt milletine de, aynı hakları bile çok görmekle milli duygularımızı zayıflatmaktan başka bir şey değildir. Vatandaşlar arasında tefrik ve kayırma derler bunun adına.

Bu gün Türkiye’mizde yaşayan ve sayıları Kürtlerin % 3’ünün bulmayan bazı etnik grupların kültür hakları verilmiştir. İşte resmi istatistiklerden aldığım tabloya göre, 7 adet Rumca, 16 adet Ermenice, 3 adet Musevi’ce olmak üzere gazete ve dergiyi serbestçe çıkarmaktadırlar.

Gerek Lozan antlaşmasının 39.maddesinin 4.fıkrasına ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre, Kürtçe neşriyatla ilgili bir yasak olmadığı halde, Lozan’a göre neşriyat hakkımız saklı olduğu halde, böyle bir hak bize çok görülmektedir. Kürt alfabesi, Türk adalet organlarınca soruşturma konusu olmakta, bu alfabeyi yazan Mehmet Emin Bozarslan aylarca zindanlarda süründürülmekte, baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Tam 3 asır önce Kürt düşünürü ve filazofu Şéx Ehmed’é Xani’nin yazdığı Mem ü Zin hikayesini Türkçe’ye çeviren Mehmet Emin Bozarslan yine 1969 Türkiye’sinde soruşturma konusu olmakta ve Türk Yargıçları halen koğuşturmayı devam etmektedir. Ama bu zecri ve gayri insani tedbirlere rağmen, Kürt halkı alfabesini durmadan öğrenmeye çalışmaktadır. Bu gün Amerika, Avrupa ve Asya devletlerinin bir çok üniversitesinde Kürdoloji kürsüleri bulunmakta, Kürt milli kültürü, tarihi ve gelenekleri araştırılmakta, Kürt dili ve edebiyatı her gün biraz daha ileri boyutlar kaydetmektedir. Fakat ne hazindir ki, bu tabii ve insani davranış kendi hükümetlerimizden değil de başka ulus ve devletlerden gelmektedir.

h) Dini ibadetler için Alim, Molla ile ibadethaneler devlet tarafından behemehal sağlanmalıdır:

Hep tekrarlıyorum, Türk-Kürt kardeşliğinin temel taşlarından biri, belki de birincisi Din’dir. Dinimize göstereceğimiz ilgi nispetince birliğimiz sağlam temellere oturur. Eğer, Kürt ulusu kendi medreselerinden bir Molla Gorani’yi yetiştirip, Fatih Sultan Mehmet’e müderris olmaya muktedir bir seviyede olmasını sağlamasaydı, belki de bu gün tarihte Fatih Sultan Mehmet’i saygı ve gururla anmayacaktık.

Kürt ulusu, dinine bağlı olmasaydı, 10.000 Kürt süvarisi Alpaslan’a yardım etmeyecek, Mervani Kürt devleti Alpaslan’a arka çıkmayacak ve şuanda büyük kumandanı anmayacaktık. Kürt halkı, dinine ve törelerine bağlı olmasaydı, sırf İslamiyet’in şeref ve gururu için bir Selahattin-i Eyyübi yetiştirip, Ehl-i Salib’e gereken dersi veremezdi. Bizim dinimize olan saygımız büyüktür. Baba ve ecdatlarımızın aziz hatıralarından hiçbir zaman taviz vermeyiz.

İşte, TKDP’nin siyasi, içtimai, dini, kültürel istekleri bunlardan ibarettir.

Partinin, ekonomi (iktisadi) amacı ise şöyledir:

Madde 4: Parti Kürdistan’ın kalkınması için, devletin Kürdistan’a öncelik tanımasını istemektedir.


Prof. Dr. İbrahim Akgöz’ün “Doğu Anadolu’nun kalkınma sorunları” adını taşıyan araştırmasından birkaç satır sunalım; “Kalkınma planının hedefi bölgeler arası dengeyi ve sosyal adaleti kurmak, kalkınmanın nimet ve külfetlerinde fırsat eşitliğini sağlamaktır.” Diye açıklama yapıyor ve Birinci Beşyıllık Kalkınma Planını şöyle özetliyor.

“1- Bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesini sağlamak ve geri kalmış bölgelerin daha hızlı kalkınmalarını hızlandırmak,

2- Yatırımların coğrafi dağılımında, bölgeler arası dengeli kalkınmanın esaslarını göz önünde tutulması tavsiyesinde bulunuyor ve bu konuda şu açıklamada bulunuyor: “kalkınma planında bölge planlamasının önemi ve gerekliliği bu kadar etraflı bir şekilde belirtilmiş ise de planlama çalışmaları daha ziyade batıya teksif edilmiştir.”

Demek oluyor ki; TKDP’nin Kürdistan Bölgesinin kalkınması için öne sürdüğü amaç ile kalkınma planının hedefi aynı istikamettedir. Ancak, Kürdistan kalkınmasını daha açık ve gerçekçi bir dil ortaya koyan parti tüzüğü, devletten şu taleplerde bulunmaktadır;

a) Köylülere toprak, tohumluk ve kredi sağlanmalı, tütünün ekim ve satışı serbest bırakılmalıdır.

Dünyanın başka memleketlerinde, köpekler için lüks otellerin inşa edildiği günümüzde, Türkiye Kürdistan’ında tam 16.000 aile halen mağarada yaşamaktadır. Geri kalan Kürdistan köylerinin % 80 mağaraları andıran ve insan yaşayışıyla, insan haysiyetiyle bağdaşmayan depremlerde ve afetlerde yerle bir olan köhne evlerde yaşarlar. Kürdistan’da dünyaya gelen çocukların % 10.9’una yakın kesimi bu mağaramsı ve karanlık yerlerde gözlerini açmaktadır. 16.000 aileyi 5 ile çarparsak 80.000 nüfusu teşkil ediyor ki, bu oran Kıbrıs soydaşlarımızın nüfus oranına eşittir.(21) Kürdistan’ın konut sorunu, toprak sorunu gibi Cumhuriyetimizin yüzkarasıdır.

Kürdistan’ın toprak sorununun Kürt köylüsüne verdiği derin ızdırabı dile getiren birkaç rakam vermiştim. Bu gün Türkiye’nin en bereketli toprakları Kürdistan bölgesindedir. Yine Türkiye’nin en zengin akarsuları bu bölge içinden geçmektedir. Toprak adaletsizliğini az gören Türk idarecileri, hemen hemen her ovada bir devlet üretme çiftliği kurmuş, Dış Ticaret, Bankalar, madenlerden önce Kürdistan topraklarını çiftlikleştirilmiştir.Böylece sömürgelere has bir metotla Kürdistan topraklarını çiftlikleştirilmeye giderken, sömürge zihniyetinden açık örnekler verilmiştir.

Tohumluk ve kredi sorununa gelince, bu fırsat tamamen oy yatırımı olarak dağıtılmakta ve mahalli açık gözlerin tekeline terk edilmiş bulunmaktadır. Fakir köylü kredi nedir bilmemekte, ilaçlı tohumluklar halka ekmeklik buğday diye satılmakta ve Kürt çocuklarında hep yeni bir hastalık tecelli etmektedir. Bu hastalığın adı “Birina Reş” kara yaradır. Bu kara yara hastalığı jenosit planlarını durmadan tatbik etmek isteyen zihniyetin ve şoven ırkçılığın yüz karasıdır. Kürdistan bölgesinde yetişen tütün, Türkiye’nin en kaliteli tütünü olduğu halde , bu tütünler başka isim ve markalarla piyasaya sürülmekte, yüksek fiyatlarla ihraç edilmektedir. Kötü tütünlerin kırık dökükleriyle, Doğu sigarası ismiyle çıkarılan sigaralarla Kürt halkına aşağılık duygusu aşılamak, her şeyimizin böyle değersiz olduğunu hissettirmek, Kürdistan’ın renksiz ve verimsiz olduğunu göstermek isteyen zihniyete dur demenin tek yolu, tütünün ekim ve satışında serbest olmasında görüyoruz. Hiçbir tabii hakkın önüne kanun ve yasaklarla geçilmediğinin somut bir örneğini Kürdistan tütünlerinde görüyoruz. Bu gün bu bölgeden memurundan idarecilerine kadar hemen herkes “kaçak” adı verilen fakat aslında kendi ürettikleri tütünleri içmektedirler. Zecri kanun ve yasaklara rağmen Kürdistan kentlerinde, çarşı ve pazarlarında bu tütünler açıktan satılmakta, açlık ve yoksulluğun ağır şartları neticesinde hapishaneleri hiçe sayan Kürt halkı, baskı kanunlarınıza karşı çıkmakta, geçersizliğini ilan etmektedir. Tütünün ekim ve satışı serbest olsaydı bu gün Kürdistan’da daha fazla üretim olur, Kürtler kendi fabrikalarında işler ve ürettikleri bu mahsulü ihraç ederek bölgesini ekonomik çıkmazdan kurtarmış olurdu.

b) Zanaatkarlara, çiftçilere ve işçilere iş sahası temin edilmelidir.

Son havadis gazetesinin 11 Eylül 1968 tarihli sayısında Mardin Valisi Oğuz Burun’un beyanatını aktarıyorum: “ Mardin ilinde doğum oranı yüksek olduğu halde, bu ilde nüfus artışı olmamaktadır. Mardin nüfusunu donduran sebeplerin başında göç olayları gelir. 1965 yılından bu yana 20.000 ni Lübnan olmak üzere 90.000 vatandaş il sınırları dışına çıkmıştır.” Diyor.

Sayın Mardin Valisinin açıkladığı göç olayı ile Kürdistan’da işsizliğin ve sefaletin tablosunu ortaya koyar. Tek bir Kürdistan ilinden ve 4 yıl zarfında 90.000 kişi göç ederse bütün bölgenin göç nispetini takdir edersiniz sanırım. Ve yine idrak edersiniz ki Türklerin, Orta Asya’dan göç olayları bu olay karşısında solda sıfır kalmaktadır.

% 38’i topraksız çiftçi ailesini meydana getiren Kürdistan bölgesinde, kanuna tabii işyerlerinin % 6’sına kavuşturulmuş bulunmaktadır. Batının büyük kentlerinde hamallık, çöpçülük ve hizmetkarlık yapan, kanalizasyonları temizleyn, boyacılık yaparak ekmek parasını kazanan ve 20. asrın insanlık haysiyetiyle bağdaşmayan tüm ağır ve haysiyet kırıcı işlerde çalıştırılmaktadır. Dünyaya ilk medeniyeti kuran Mezopotamyalılar işte bu duruma düşürülmüş bulunmaktadır. Bu durumda tabidir ki Türk sermayedar sınıfının çıkarınadır. Ucuz işle bol para kazanma ve vurgun üzerine vurgun vurma politikalarıyla iç içedir

C) Esnaf ve Tüccarlara geniş Kredi verilmelidir:

Her yönden sömürülen Kürt halkı, maalesef ticaret sektöründe çalışan kesimde sömürülmekte kredisizlik ve imkansızlar içinde kıvranmakta, bazı açık göz iş birlikçiler dışında kalan geniş ticaret erbabı küçük esnaf ya karın tokluğuna çalışmakta veya iflasla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bizim isteğimiz Batı kentlerinde ki esnafa sağlanan hakların Kürdistan esnafına da tanınması ve üvey evlat muamelesine son verilmesidir.

d) Göçebeler yerleştirilmeli, hayvanlarına otlak, yaylak ve yer sağlanmalıdır.

İnsanlar aya giderken, Türkiye’de halen göçebe hayatı yaşayan, yersiz ve yurtsuz yığınlar, okul nedir bilmemekte, doktordan ve her türlü sosyal yaşantı haklarından yoksun bulunmaktadır. Ve bunların sayıları 100 binleri aşmakta belki de milyonları bulmaktadır. Anayasasının ön gördüğü “Sevinçte ve tasada bir bütün” teşkil ettiğimizin çelişkisini haykıran, bu adaletsiz ve haksız düzene son vermek veya son verilmesini istemek, her halde haksız ve gayri insani bir istek olmaması gerekir.

5- Yol, kanal, baraj, fabrika ve ağır sanayi ile hastaneler yapılmalıdır.

Türkiye’de İş Kanuna tabi toplam iş yerlerinin sadece % 6’sına kavuşmuş bulunan Kürdistan bölgesi, ağır sanayiye kavuşması şöyle dursun, en basit manada Kürt halkı ve Kürt köylüsü sanayiinin ne olduğunu hala bilmemektedir. Kürdistan’ın Gaziantep, Malatya ve Elazığ gibi bazı merkezlerde kurulmuş birkaç küçük çaptaki fabrikalar da halkın gayretiyle yapılmıştır. Bu fabrikaların iş istihdamı kapasitesi ise, bir yılda Mardin’den göç eden insanların dörtte birine yetmemektedir.

Tarihin en eski çağlarında gerçekten büyük devletler kuran ve medeniyetler yaratan ecdatlarımız Medlerle Persler birleşerek büyük bir imparatorluk meydana getirdiler. Bu birleşme milattan çok önce idi. İşte o günlerden ta 19. asra kadar hiçbir millete nasip olmayan yollar yapılmış idi. Adına kral yolu denilen 1500 mil uzunluğundaki yol SARP’tan SUS’a kadar uzanıyordu.(26)

Şimdi 20. asırdayız. İnsanoğlu uçak hızını yeterli bulmuyor. Füzeler, Ankara’dan İstanbul’a bir saniyede varacaklarmış diye konuşuluyor. Tekniğin arşa çıkmış çağındayız. Medlerin torunu olan Kürt köylüsü, hala hastalarını merkeplerin sırtına bağlayarak taşımakta, köprü yerine ip kullanmakta, haberleşmesini ateş yakarak sağlamakta ve her gün cehalete kurban olan Kürtlerin çoğu ulaşımsızlıktan, günlerce doktora yetişme imkanından mahrum bulundukları için kan kaybederek can vermektedirler. Bir tarafta boğaz köprüsü, sahil yolları... Akdeniz sahillerinin turistik yolları ve daha çok yollar ve köprüler.... Diğer tarafta merkep sırtına bağlanmış, doğum sancısı çeken anneler. Zap suyunu iple geçmek isterken düşen bebeler. Bu satırlar 1968 yılı edebiyatından seçilmiştir. Doğu, batı bölgeleri arasındaki dengesizliğin acı bir şemasını çizmiştir. Doğuda kuş uçmaz kervan geçmez, geçse de eşkıya soymadan edemez. Bu da başka bir edebiyat örneği. Ama yoldan 20 kilometre, uzak köylerin % 8’i Ege’de, % 6’sı Marmara, % 28’i Doğu Anadolu’da ve % 37’si Güneydoğu Anadolu’dadır.

Pazara yakın köylerin % 68’i Ege, % 72’si Marmara, % 5’i ise Kürdistandadır

Kitle haberleşme aracından faydalanma oranı Ege’de % 68, Kürdistan’da % 10’dur. Telefonu bulunan köylerin % 51’i Marmara, % 39’u Ege, % 6’sı Güneydoğu Anadolu’dadır.

Bu da Türk basınından alınan ve daima batının lehinde tutulan istatistiklerdir.


Kürt halkı hala “Şevere” diye adlandırdığı ve gece yolu, karanlık yol anlamında keçi yollarından ulaşımlarını temin etmektedirler. Burada daima Kürt halkının aleyhinde işleyen kış mevsimi de her zaman şiddetini esirgememektedir. Kürdistan’ın bazı kasabaları ve köylerinin çoğu bu yüzden 7-8 ay çevre ile irtibatları kesilmekte, yılın dörtte ikisini teşkil eden kış günlerinde Dünya ile diyalogu sağlayamamaktadır. Tabiatta, herhalde mazlumlara karşı daha haşin davranmakta, onları daha da sıkıştırmakta, mağdur etmekte, böylece mazlumları patlamaya hazırlamaktadır. Bilim dilinde buna toplumların sosyal patlaması denir. Mesela miting nedir bilmeyen Hakkari’nin Çukurca ilçesini bir düşünelim. Şiddetli kış tam 8 ay bu ilçenin çevreyle irtibatını kesmiş, halk açlıktan ot yiyecek hala gelmiş, bunun üzerine Çukurca Kaymakamı’da basına beyanat verecek ve böylelikle durum resmiyet kazanacak ve Çukurca’da miting yapılacak:

“Yollarımız kapalıdır, yiyecek stoklarımız yoktur, ot yiyerek ölenler var, fakat bunların ölümleri açlıktan mı, ottan mı? Yoksa başka bir şeyden mi? Doktor olmadığı için bilmiyoruz. Hemen hiçbir evde yiyecek kalmamıştır” diyor Kaymakam Bey. Merkez muhtarları, Bakanlıklara ve Valiliğe gönderdiği telgrafta S.O.S işareti vererek “açlıktan ot yiyen 3 kişi ölmüştür. İlçede tabip ve sağlık memurları olmadığından ölüm sebeplerini ot yemekte bulduk” demektedirler. Ve nihayet miting düzenlemekte, mitingte konuşan Hakkari Belediye Başkanı Mikail Ilçın “ Ot yiyoruz, sosyal adalet istiyoruz” diye bağıran kalabalığa şunları söylemektedir. “ Kıtlıktan Hükümet sorumludur. Kuzey Irak’a yiyecek ve benzeri yardımlar yapıldığı için, Hükümet birkaç yıl önce Bakanlar Kurulu kararıyla Çukurca’ya giriş çıkışı kontrol altına almıştır. Kendi ülkemizdeki bir ilçeye girebilmemiz için Valilikten özel izin almak gerekiyor” İşte, bir taraftan gelmiş, geçmiş Hükümetlerin sömürgecilik anlayışı, diğer yandan kara kışın insafsızlığı Kürdistan’da el ele verdiğine dair bir örnek. Askeri maksatla yapılmış yollardan da bu halkın faydalanmaması için ne gerekiyorsa yapılmaktadır.

Sağlık hizmetlerinin durumuna gelirsek; Kürdistan vilayetlerinin hiç birinde ne tam teşkilatlı hastane, ne yarım yamalak hastanelerde uzman elemanlar mevcuttur. Milli gelirin adaletsiz bir şekilde dağıtılması neticesinde, bazı Kürdistan illerinde fert başına düşen milli gelir sadece 259 TL’dir. Bir öküzün aylık masrafı 429 TL olduğu Cento devletlerinin Türkiye’de yaptığı bir araştırmadan öğreniyoruz. Yine bu araştırma neticesinde, Konya’da bir atın aylık masrafı 336 TL’dir. Bu durum karşısında yıllık milli gelirden 250 TL ile Kürt vatandaş hangi gıdayı alacak, beslenme imkanlarına nasıl kavuşacak? Daha önce yol ve mesken sorununa değinmiştim. Gıdasızlık, ulaşımsızlık, işsizlik ve meskensizliğin yanında bir de eğitimsizlik sorunu vardır. Kürt halkının ayrıca sağlık hizmetine kavuşturulmaması, kaderleriyle baş başa kalmış olduklarını doğrulamaktadır.

Türkiye’de, hayat umudunun en yüksek olduğu il İzmir’dir. Fakat, Kürdistan bölgesi hariç diğer bölgelerin tamamında yaşam oranı % 75’in üstündedir. Ege, Marmara, Akdeniz, Karadeniz ve diğer Batı Anadolu bölgelerinde çocuklar 5 yaşına eriştiklerinde % 10 ile 20’i, 15 yaşına eriştiklerinde %15-20 ölmektedirler. Bu oranı, İsviçre’nin oranıyla karşılaştırırsak, elbette ki büyüktür. Ama Türkiye’nin bu bölgelerini Kürdistan bölgesiyle karşılaştırdığımız zaman, ölüm oranının Kürtlerin aleyhine olduğunu görürüz. Zira Türkiye’nin toplam nüfusuna göre 1-15 yaşına erişen çocukların ölüm oranı % 45’tir. Demektir ki bu, batı bölgesinde ölen çocukların iki katından fazlası kadar Kürdistan’da çocuklar ölmektedir. Bu körpe çocukların ölümü sosyal hizmetlerle orantılıdır. Türk Hükümetleri, Kürdistan’a çok karanlık getirdikleri için çok ölüyoruz. Ama tarih daima mazlum halkların nüfus artışını kaydetmiştir. Türkiye’de Kürt nüfusunun artışı bu sebepledir. Allah, bir halkın yok olmasını istemeden hiçbir kuvvet onları yok edemez ve edemeyecektir. Buna inanıyor ve yarınlara güveniyoruz.

Kanal ve barajların yapılması olayına gelince; Bu istek Kürdistan topraklarının kuraklığını ve Kürt halkının da Türkiye’de yaşayan diğer halklar gibi ışığa kavuşma isteğini ve kararını dile getirmektedir. Türkiye’nin en bereketli toprakları ve zengin akarsuları bu bölgede olup, “sular akar, Türkler bakar” misali olup, sefil Kürt halkı da bu tabii kaynaklardan faydalanamamaktadır.

Birinci Cihan Harbi sırasında, Muş ovasını keşfeden bir Alman Heyeti “bu ova suya kavuşturulduğu ve modern bir şekilde işletildiği taktirde, tam 15 milyon nüfusu besleyecek kapasitededir.” Diye rapor vermişlerdir.(24) Oysa Kürt halkı ekmeğe muhtaç durumdadır. ABD’den ithal edilen tohumluk buğdayların (ilaçlı buğday) yenilmesinden ötürü Kara Yara hastalığına duçar kalmaktadır. Bu bölgenin akarsuları, kanal ve barajlarla donatıldığı gün, hem bölgeler arası dengesizlik ortadan kalkacak, hem de Türkiye Hükümetleri doğum kontrol sorunu ile karşı karşıya kalmayacaktır. Kürdistan toprakları sulanmadan, modern ziraata kavuşmayacağı gibi, Kürdistan şehirleri de enerjiye kavuşmadan sanayileşmesi mümkün olamayacaktır.

Yıllardan beri basın ve radyolarda tekrar edilen Keban Barajı yaygaralarının bir fiyasko olduğu son zamanlarda anlaşılmış bulunmaktadır. Bu barajdan elde edilecek enerjiden yine Kürdistan mahrum kalacaktır. (petrolün borularla İskenderun’a çekildiği gibi). Bu büyük enerji kaynağı da Batı bölgelerine çekilecektir. Kürt yine karanlıkta kalacak, Kürdistan yine sanayileşemeyecek, dolayısıyla işsiz kafileler Beyrut’a doğru yol almaktan başka çare bulamayacaktır. (25)

MADDE 6- Petrol ve madenler çıkartılmalı ve Kürdistan’da tasfiye edilmelidir.

“Raman dağlarının bir eteğinden petrol fışkırır, diğer eteğinde insanlar mağarada yaşar.” Evet. Toprağından petrol fışkıran, yalnız Türkiye’nin değil, orta doğunun kan damarlarını sinesinde barındıran Kürdistan Bölgesi sömürge halindedir. Sömürge misali nedenlerle, petrolleri sömüren bölgeye hammadde olarak sevke tabii tutulmaktadır.

Kürt halkı, ağır sanayiye ve fabrikalara kavuşturulsaydı, tarım ve hayvancılık modernize edilseydi, milyonlarca işsizi olmasaydı, bizde Türkiye’nin ekonomik çıkarı için maden ve petrollerin liman kentlerine hammadde olarak gitmesini kınamazdık. Fakat ne hazindir ki, durum tam aksinedir. Bütün umutlarını sadece yer altı zenginliklerine bağlayan Kürt ulusu, bu konuda maalesef hayal kırıklığına uğramaktadır.

Madenler çoktandır gidiyor, petrol gitti,. Yarın barajlarımızdan da elde edilen enerjiyi götürecekler. Önceliği Trakya, Marmara olmak üzere Batıya verecekler. Kürt yine işsiz, sefil ve karanlıkta kalacaktır.

İşte, bu haksız duruma bir son vermek ve yapılan zulme dur demek istiyoruz. Unutulmaması gereken bir husus var, bu hususu gerek Türk milleti ve gerekse Türkiye’de yaşayan tüm halkların yararı için zikretmeyi ödev bilirim.

İktisadi şuur ile milli şuur arasında öylesine yakın bir bağ vardır ki, yekdiğerinden ayırmak mümkün değildir. Milliyetçilik en çok ve hemen hemen şu üç önemli sebeplerden dolayı şahlanmaktadır:

a ) Harp

b ) Geri kalmışlık,

c ) Hor görülme.


Türkiye’nin Kurtuluş savaşında, bir Türk milliyetçiliğinin şahlanışını gördük. Bunun tek sebebinin savaş olduğunu biliyoruz. Yunanlıların ve Ermenilerin tehlikesi karşısında Kürtlerin, Türklerin ve diğer Müslüman azınlıkların milli ve ümmetçi duyguları da bu dönemde şahlanmıştı. Geri kalmış ve hor görülme sebepleri ise bugün Kürdistan’da mevcuttur. Mesala, Kürt halkı, ilk olarak petrolün Akdeniz sahiline borularla çekildiğini gördüğü için iktisadi şuuru şahlandı. Hemen Doğu Kalkınma Mitingleri başlatıldı. Bu gün bu şuur, Kürdistan’ın en ücra köşesinde filizlenmiş vaziyettedir. Hükümetlerin onu ihmal ettiğini, toprağından çıkan zengin yer altı kaynaklarını ona layık görmediklerini çok iyi bilmekte ve anlamaktadır. Bu durum devam ettiği takdirde, çok tehlikeli sonuçlar doğuracağından Türkiye ve Türkiyeliler namına korkuyor ve endişe duyuyorum.

TKDP Programının son maddesi Şöyledir:

MADDE 7- Kürdistan çıkan petrol ve madenlerden temin edilen karın % 75’i Kürdistan’a sarf edilmelidir.


Bu haklı isteği öne sürdüğümüzde, herhalde sadaka dilenmiyoruz. Bölgeler arasındaki dengesizlik uçurumu ancak bu şekilde ortadan kalkacak ve Kürdistan, böylece kendi öz kaynaklarıyla geri kalmışlıktan kurtulacaktır. Türkiye’nin bir parçası olan Kürdistan’ın kurtuluşu demek, Türkiye’nin kalkınması ve müreffeh olması demektir.

Maden ve petrolden temin edilen karın % 75’ini istemek, Kürdistan’ın kendi kaynakları ile kalkınabileceği inancında olduğumuzu ve faşistlerle Turancıların “doğuda hiçbir gelir kaynağı yoktur, devlet oraya boşuna emek sarf ediyor ve memurlarını o sarp yere gönderiyor.” (26) şeklindeki yersiz iddialarına cevap teşkil etmektir.

Bilirkişi tetkikini istediğimiz ve bir türlü tetkike göndermeye muvaffak olamadığımız, daha doğrusu bilirkişiye gönderemediğiniz TKDP programı işte budur. Hiçbir ilim heyetinin ve hiçbir hukuk anlayışının bu haklı ve doğal talepleri suç unsuru olarak tefsir edemeyeceklerini çok iyi biliyorsunuz. Naçizane kanaatime göre bu yöndeki talebimizin ret edilmesinin sebebi de budur.

Ezilen ve sömürülen bir milletin, kalkınma, işsizlik ve sefaletten kurtulma isteği nasıl suç telakki ediliyor? Ulusal haklarından mahrum milyonların, insan haklarına kavuşma talepleri herhalde ırkçılık değildir.

Biz, Türklerden üstün bir ırk olduğumuzu iddia ettik mi? Nüfusumuz nispetinden fazla temsil hakkı istedik mi? Batı Anadolu geri kalsın, sadece Kürdistan kalkınsın mı dedik? Okullarda Kürtçe tedrisat isterken, bu okullarda Kürt çocuklarına Türkçe’de öğretilsin demedik mi? Milli Misak sınırlarına sadık olduğumuzu ve Türk-Kürt kardeşliğine, eşitliğine inandığımızı, Cumhuriyet ve insan hakları prensiplerine bağlı olduğumuzu amaç olarak kabul etmedik mi?

Peki nasıl oluyor da ırk mülahazası ile yargılanıyoruz.?

Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir devrinde, hiçbir millet bu acıklı ve talihsiz durumla karşı karşıya gelmemiştir. Hiçbir zaman, ulusal hakları için, insani hakları için mücadele verenlere ırkçı denilmemiştir. Kültürel ve iktisadi haklarını isteyen ve bütün fertlerini refaha kavuşturmak isteyen insanlar cezalandırılmamıştır.

Biz, şu anda Türkiye Hükümetlerinin ırkçı, baskıcı ve Turancı tutumuna karşı çıktığımız için yargılanıyoruz. Hem de ırk mülahazasıyla mahkeme huzurunda bulunuyoruz. Esasen ırkçı olanlar, gelmiş geçmiş ve elan ki idareciler ve Türkiye’de sadece Türk ırkına hayat hakkı tanıyan zihniyetin savunucularıdır. Haksızlıkların cürümünü, zayıflara yüklemek için hiçbir zaman hak ve hakkaniyetle bağdaşmaz.

Bu gün Afrika ve Amerika kıtalarında ırk sorunları vardır dediğimiz zaman, herhalde ırkçı rolünde olan Rodezya’daki siyah veya ABD’deki zenci değildir. Azınlıkta veya çoğunlukta olsun, buralarda hakim sınıf beyazlardır. Zihinlerde ve gerçekte her zaman Rodezyalı ve Amerikalı beyaz suçludur. Irkçılık rolünü bu beyazlar almıştır, suçlu bunların yöneticilerdir.

Hem sömüreceksin, inkar edeceksin, hor göreceksin, iktisaden ve manen geri bırakacaksın; hemde ağlamasını yasaklayacaksın. Ve bu yaptıklarına “adalet tecelli etti” diyeceksin...

Ağlayan Kürt senin dostun, kardeşin, vatandaşındır. Onun çığlıklarına kulak vermeniz gerekir. Onun yarasına merhem sürmeniz gerekir. Ha bu yaraya zehir katmışsın, ha TCK’nın 141/4’nü tatbik etmişsin. Ne fark eder?

Fakat ne hazindir ki, zulüm çarkları çoğu kez hakkın, hukukun ve mantığın tam aksine dönmüş ve daima kuvvetlinin tekelinde kalmıştır. Bu zulüm çarkları karşısında bir de tarihin şaşmaz çarkları vardır. Bu tarihi çarklar takdir ve iftihara şayandır. Gerçek ve doğru yoldan şaşmaz bu çarklar, çünkü bu çarkları İlahi Adalet döndürüyor. Hiçbir kaba kuvveti dinlemez bu çarklar, tam aksine haksızlığı ve kaba kuvveti kaldırıyor. Zalimleri kara sayfalarında sindiriyor. Böylece zafer, ebedi olan gerçeğin olur.

Tekrar ediyorum; Kürdistan’ın kalkınması Türkiye’nin kalkınması demektir. Kürt milletinin ve dolayısıyla Türkiye’de yaşayan tüm halkların insani haklarına kavuşması demek, Türkiye Birliğinin pekişmesi demektir. Türkiye’de yaşayan ve en az bu vatanda Türkler kadar yaşama hakları bulunan Kürtlerin ulusal varlıklarını kabul etmek, Türk-Kürt kardeşliğini ve beraberliğini ebedileştirmek ve garantiye kavuşturmak demektir.


Sayın Yargıçlar ve adaletin temsilcileri;

İster zulüm ve baskıdan, ister 46 yıldır devam eden jenosid ve asimilasyon planlarından doğsun, ister geri kalmışlık ve hor görülme nedeninden ileri gelsin; Kürt milliyetçiliği kökleşmiş, vücut bulmuş, şuurlaşmış, azim ve iradeye kavuşmuş bulunmaktadır.

Kürt milliyetçilerinden, ulusal haklarından hiçbir şekilde taviz beklenemez. Yamyamların bile insanca yaşama olanaklarına kavuştuğu günümüzde, dünyadaki ilk medeniyetleri kuran bir milletin evlatları olarak sonsuza dek köle durumunda kalamayız. Güçlüyüz, kararlıyız. Bizim en tesirli silahımız, davamızda haklı olduğumuza dair kesin inancımızdır. Cephanemiz samimiyet, üniformamız azim ve inancımızdır.

İddia makamı her ne kadar samimi olmadığımız ileri sürse de, tarih bizim samimi ve haklı olduğumuzu, Türkiye’nin ulusal yararlarına uygun bir şekilde düşündüğümüzü elbette bir gün kaydedecektir. Zaten samimiyetimize inanılsaydı, Kürt milleti hakları yarım asırdır geciktirilmez ve bu güne getirilmezdi. Samimiyet ve sadakatimizi saflığımıza bağlayan zihniyetin bir temsilcisinden daha makul bir davranış bekleyemezdik.

Türkçülüğün babası Ziya Gökalp daha 1922’de bu durumu görmüş olacak ki, aynen şu satırları yazma gereği duyuyor; “Vakia Kürt, bu sadakat yolunda yürümekle aynı zamanda kendi varlığını, kendi hırsını, istikbalini de muhafaza etmiş oldu. Mubarek yurdu düşmanların murdar ayakları altında çiğnetmedi. Burası da doğru olmakla beraber bu neticeyi Kürdün civanmerdane sadakatine atfetmeyipte, yalnız akilane ihtiyatkarlığına isnat etmek hiçbir veçhile reva değildir. Tarih gösteriyor ki muvaffakiyet daima doğruluğun mukafaatıdır. Kürt, zeki olduğu kadar doğru, imanlı, dürüst ve vicdanlıdır da”

1922’de Ziya Gökalp gibi bir Türkçü bu satırları yazarken, 1969 Türkiye’sinde bir savcı bağımsız mahkemelerin huzurunda ve tarihin önünde insanca yaşamak isteyen Kürt milliyetçilerinin samimi olmadıklarını ileri sürüyor. Türk-Kürt kardeşliğinin ve beraberliğinin yegane şartı, birbirimize inanmak ve güvenmek olduğunu maalesef idrak edemiyor.

Felsefemiz, zor kullanmadan, insanca yaşama haklarına kavuşmak ve Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde Türk-Kürt kardeşliğini gerçekleştirmektedir.

Zor kullanmadan direnme, kuvvetli ve adilane bir silahtır. Onu kullananın samimiyeti ve doğruluğunu meydana çıkarır. Pasif direnme, barışçı bir direnmedir. O yara açacak yerde, yarayı tedavi edecek bir kılıçtır.

Unutulmaması gereken bir hususta; Kürt milletinin pasif direnme kararı, bu ulusun sabırlı ve inançlı oluşundan ileri geliyor. Dolayısıyla bu sabırlı milletin sabrını tüketmek bir ulusal ihanettir. Ve buna asla başvurulmaması gerekiyor.

Yıllardan beri Kürt aydınlarını cezalandırmakla tehdit edip, onu sindirmeye çalışan kimselerin karşısına çıkan bu insanlar “beni cezalandır. Ben buna müstahak değilim, fakat olmadığım halde buna razı oluyorum. Böylece, bütün dünya, benim haklı ve senin de haksız olduğunu görsün, anlasın” diyerek bağırmaktayız.

Zor kullanmadan, hak elde etme mücadelemiz devam edecektir. Çocuklarımız bize gölge babalar demeyecek, bizimle iftihar edeceklerdir. Farklı muamele savunucularının çocukları, babalarının sadakatli ve kardeş bir ulusa reva gördükleri emperyalist uygulamalarından dolayı utanacaklar ve onları affetmeyeceklerdir.

Kaba kuvvet, boyunduruk altında tutabildiği müddetçe devam edebilir. Zafer, daima hakkın ve haklının olur.
Bizler demokrasiye inanıyoruz. Sınırlarını her gün biraz daha genişleten demokrasiye. Haksız olarak bize reva görülen bu günkü sevk maddesi bir gün işlemek hale gelecek fiilen uygulanamaz bir duruma düşecektir.

Şahsıma gelecek her türlü sonuçlara, engellere, tehlikelere ve baskılara rağmen Kürt milletinin insancıl ve barışçıl hareketi durmayacak ve milli haklarımızdan vazgeçilmeyecektir. Beşer varlığının temeli bu ahlaki kaidesindendir.

Dileğimiz ölüm programı değil, hayat programıdır. Başaracağımıza inanıyor ve güveniyoruz.... 25.11.1969

Saygılarımla

Şakir EPÖZDEMİR


NOT : Tatvan Asliye Ceza Hakimliğinin 52 sayı ve 25.11.1969 tarihli yazılarıyla aynı gün ve 679 nolu taahhüt makbuzuyla Antalya Ağır Ceza Mahkemesine postalanmıştır. Ayrıca, 28.11.1969/70 Tatvan mahreçli telgrafla tarafımdan Yüce Mahkemeye bu savunmanın postalanmış olduğu bildirilmiştir.


FAYDALANAN KİTAPLAR VE KAYNAKLAR

1 Anadolu İhtilali s:255
2 Selahattin Selek.
3 İttihat Gazetesi 10.02.1969
4 Akis Dergisi sayı:4
5 Ulus Gazetesi 31.04.1969
6 Tek Adam c:2 s:91
7 Marksizim ve Milli Mesele s:118
8 Akşam Gazetesi, Görünüş Köşesi
9 Hürriyet Gazetesi 1968
10 İsmet Paşaya Açık Mektup, Mustafa Remzi Bucak, 1963
11 Yön Dergisi 1966
12 Eski İmar İskan Bakanı Haldun Menteşeoğlu
13 Eski İmar İskan Bakanı Haldun Menteşeoğlu
14 Hıfzi Oğuz Bekata
15 Akşam Gazetesi 07.12.1968, İlhami Soysal
16 Akşam Gazetesi Düşünceler Sütununda 1968
17 Ank.Tös yürüyüşünde konuşan Genel Başkan Fakir Baykurt
18 Tercüman Gazetes
21- CHP 1968 Genel Kurultay Rahonundan
22- Şemsi Billi “anayasa”
23- Devlet Planlama Teşkilatı Uzmanlarının Açıklaması
24- Hakim Ali Faik Cihan’ın yazdığı “Sosyalist Türkiye”
25- Milliyet Gazetesi “Beyrut’ta Çalışan 30 bin kaçak Türk” 1968
30- İsmet Tamtürk.


TKDP

( TÜRKİYE KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ )

KURULUŞU

(Derviş Akgül’ün anlatımı ile)
========================================


Şeyh Said Efendinin katipliğini yapmış Liceli Fehmi Bilal (Fırat)’ın teşvikiyle Diyarbakır’da 5 arkadaş parti kurma kararına vardık. Ben Dewêşê Sado (Jirek), Said Elçi (Peşmergeyê welat), Durnas, Şakir Epözdemir (Evindarê welat), Ömer Turhan (Bendê welat). Fehmi Bilal yaşını ve hastalığını gerekçe göstererek kurucular arasında yer almadı. Parti kurma kararını aldıktan sonra, Irak ve Suriye’deki KDP program ve tüzüğünü getirdim. Arapça’dan Türkçe’ye çevirerek Türkiye’deki şartlara uygun bir tüzük ve programın hazırlanmasını, kurucular arasında yer alan arkadaşımız Durnas’a verdik. Biz beş arkadaş, program ve örgütlenme esasları konusunda anlaşmaya vardık. 11.Temmuz. 1965 günü Diyarbakır Gazi Köşkü bahçesinde yemin ederek Parti’yi kurduk. Partinin Genel Başkanlığına Said Elçi, Genel Sekreterliği’ne Durnas, Genel Saymanlığı’na Şakir Epözdemir getirildi.

Partinin kuruluş aşaması ikiside rahmetli ve Kürt toplumunda saygın bir yerleri olan Faik Bucak ve Kemal Badıllı’nın bilgileri dahilinde idi. Program ve tüzük hazırlanmasında değerli katkıları oldu. Kemal Badıllı dil üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Esasında politikadan hoşlanmadığını gerekçe göstererek parti kuruculuğunu kabul etmedi. Av. Faik Bucak sağlam karakter ve düşünceleri, Kürt toplumundaki saygın yeri nedeniyle parti liderliği için düşünülen ideal bir kişi idi. İlk başta hazır olmadığını ileri sürerek teklifi kabul etmedi. Partinin kuruluşundan sonra Fehmi Bilal iki kez Urfa’ya gönderilerek Faik Bucak ikna edildi. Faik Bucak’ın kurucu üyeliği kabul etmesi üzerine partinin Genel Sekreteri Durnas Urfa’ya giderek Faik Bucak’ın evinde birlikte partinin program ve tüzüğü üzerinde çalışmaya başladılar. Faik Bucak’ın arzuları doğrultusunda son düzeltmeler yapıldı. Partinin “önsöz”ü orada programa eklendi. Faik Bucak 21.Ağustos. 1965 günü Diyarbakır’a geldi. Turistik Palas Oteli’nde partinin beş kurucusunun hazır bulunduğu toplandıda yemin ederek partiye katıldı. Said Elçi, Genel Başkanlığı Faik Bucak’a devretti. Durnas arkadaşımız da, Genel Sekreterliği Said Elçi’ye devretti. Böylece partinin son şekli ile kuruluşu tamamlandı.


IRAK KDP İLE İLİŞKİLER


TKDP’nin, Irak KDP ile hiçbir diyalog ve bağlantısı olmadı. Ancak, kuruluştan 9 ay sonra 1966 ilkbaharında TKDP Genel Başkanı Faik Bucak, Irak KDP Genel Başkanı ve tüm Kürt’lerin ulusal lideri olarak kabul edilen General Molla Mustafa Barzani’ye TKDP’nin kurulduğunu ve faaliyete geçtiğini bir mektupla bildirir di. Barzani bu mektuba cevap vermedi. Zira, Barzani’nin izlediği politika gereği Türkiye’deki Kürtlerle diyalog kurmayı o günkü şartlara uygun bulmuyordu. Buna rağmen, TKDP imkanları dahilinde Güney Kürdistan’daki Barzani hareketine yardımcı olmayı ve desteklemeyi bir milli görev biliyordu. TKDP, diğer ülkelerdeki tüm Kürtleri bir ulusun fertleri olarak kardeş bilir, bunları temsil eden partilere sempati ile bakardı. İran Kürt’leri ile ilişkiler yok denecek kadar azdı. Suriye Kürt’leri ile diyalog çok sıcaktı. Irak KDP ise tüm Kürt’lerin umuduydu. General Barzani tüm Kürt’lerin doğal ve ulusal lideri idi. Bütün Kürt yurtseverleri de Irak KDP’nin başarısını tüm Kürt’lerin başarısı olarak görüyorlardı ve Irak Kürdistanı’na gereken her türlü yardımın yapılmasını bir görev biliyorlardı.

FAİK BUCAK’IN ÖLÜMÜ VE SONRASI


05.Temmuz. 1966’da Parti Genel Başkanı Faik Bucak’ın, karanlık güçlerin tahrikiyle Urfa’daki hasımları tarafından şehit edilmesi Parti’de büyük sarsıntı ve boşluk yarattı. Faik Bucak, saygıdeğer ve güvenilir kişiliği ile aydın ve genç kuşak arasında bağlantı ve birlik kurabilecek nitelikteydi. Parti bundan yoksun oldu. Parti’nin kurucularından, genç avukat, asker idi. Ve Parti faaliyetinin tamamen dışında idi. Faik Bucak’ın ölümünden sonra Parti’den ‘Genel Başkanlık’ı kaldırdık. Bunun üzerine, tekrar Said Elçi Genel Sekreterliğe getirildi. Parti, Said Elçi’nin liderliğinde 1967 yılında Doğu Kalkınma Mitingleri’nde çok etkin bir rol oynadı. Varlığını, gücünü gösterdi. Örgütünü geliştirdi ve Suriye’deki KDP ile diyaloğa girdi. Bunun üzerine Suriye’deki KDP Siyasi Politbüro Üyesi Reşidê Hamo Parti’mizle ilişki kurmak üzere Diyarbakır’a geldi. O zaman Parti’nin Genel Sekreteri Said Elçi, 4 aylık sürgüne gönderildiği Kütahya’da Şehir Oteli’nde kalmakta idi.Reşidê Hamo örgütün gelişmesi için gereken yerlere bizzat giderek katkılarda bulundu. Haberimiz olmadan MİT teşkilatı tarafından sıkı takibatta idik. Ve yapılan büyük bir operasyonla 19.Ocak. 1968’de Parti’nin 4 kurucu ve aynı zamanda Merkez Komitesi üyesi Genel Sekreter Said Elçi, ben, Derwêşê Sado (derviş Akgül), Şakir Epözdemir, Ömer Turhan ile Parti üyeleri Şefik Issı, Zübeyir Yıldırım, Şükrü Alpergin, Nezir Aydın, Mehmet Sadık Gül, Abdurrahman Ucaman, ve Şemsi Arıdıcı Diyarbakır’da tutuklandı. Musa Sağnıç, Mehmet Ali Güneş, Alaattin Laçin, Seracettin Ünlü, Mehmet İskan Azizoğlu tutuksuz olarak yargılama süreci başlatıldı.

Yargılama sürecinde özetle ; 19. 01. 1968 de gözaltına alınmaların ardından çıkarılan Diyarbakır Sorgu Hakimliği’nce 27. 01. 1968 tarihinde 1968/20 esas sayılı dosyası üzerinden verilen tutuklama kararının ardından, yine Diyarbakır Sorgu Hakimliği’nin 19. 02. 1968 gün ve 1968/20 esas, 1968/25 karar sayılı kararı ile bu davanın Antalya Sorgu Hakimliği’ne nakline karar verildi. “Kamu Güvenliğinin Muhafazası Bakımından” gerekçesi ile Antalya Sorgu Hakimliği’ne nakline karar verilen dava, Antalya Sorgu Hakimliği’nin 12. 07. 1968 tarih ve 1968/98 esas 1968/170 sayılı kararnamesi ile “sanıkların cümlesinin müsnet suçu işledikleri kabul edilerek hareketleri TCK.nun 141/4 ve 173/3. ncü maddelerine uygun bulunmak sureti ile duruşmaların Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılması zımnında aleyhlerinde Son Tahkikatın Açılmasına” karar verildi. Gerçekte, bizleri Kürdistan kamuoyundan uzaklaştırmak için 01. Nisan 1968 de Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen ve Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1968/235 esas ve 1971/81 esas sayılı dosyasıyla görülen davada, 27. Eylül 1968 günü 6 arkadaşımız Zübeyir Yıldırım, Şükrü Alpergin, Nezir Aydın, Mehmet Sadık Gül, Abdurrahman Ucaman ve Şemsi Arıdıcı tahliye edildi. 25. Şubat 1969 günü de, Partinin Genel Sekreteri Said Elçi, ben Derwêşê Sado (Derviş Akgül), Şakir Epözdemir, Ömer Turhan ve Şefik Issı haklarında da tahliye kararı verildi.

Mahkeme’de, Genel Sekreterimiz rahmetli Said Elçi, ben ve Şakir Epözdemir büyük yüreklilikle Parti’nin Tüzük ve Programını savunduk. Yazılı savunmam ve Parti ile ilgili bütün arşivlerim evimde yapılan aramalarda polis tarafından alınmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki müracaatımızda, mahkeme arşivlerinin yandığı söylendiğinden dosyamızın tamamı temin edilemedi. Savunmam dört sahifeden ibaretti. Said Elçi’ninde altı sahife idi. Özet olarak, Kürt’lerin tarihi bir Millet ve Ariyan ırkına mensup bir kavim olduğunu ve binlerce seneden beri Zagros Dağı’nın batı İran yaylası ile bu günkü adı ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak ve Suriye’nin bir parçasında yaşadıklarını beyan ettik. Bölücülükle hiçbir niyetimizin olmadığını, dünyada hiçbir meselenin şiddet ve işkence metotlarıyla halledilmediğini, dünyanın hiçbir yerinde sapasağlam bir ırk olmadığını, Türkiye’de yaşayan Kürt’lerin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının verilmesiyle ancak beraberlik sağlanabileceğini beyan ettik.

Derwêşê SADO


T.C
ANTALYA AĞIR CEZA MAHKEMESİ


K A R A R



ESAS NO : 1968/235
KARAR NO : 1971/81
C.M.U NO : 1968/420
Heyet Reis : Burhanettin Ekiz S.Aza İ.Menlikli S.Aza M.Altınay
C.Savcı Yrd. : Ahmet Özsan 10606
Zabıt Katibi : Emine Tufan
Davacı : Kamu Hakkı
Maznun : Ömer Turhan Şebab oğlu Zümre’den olma 05.08.1936 D.lu Siirt’in Eruh ilçesi Dih köyü Hane 59 Y.b.1.Cilt 102’de nüfusa kayıtlı olup Diyarbakır’ın Bağlar mah. 12.sk. 36 nolu evinde oturur evli 1çocuklu okuryazar sabikasız Diyarbakır Çocuk yurdunda sabık muhasip.
Maznun : Mehmet Şakir Epözdemir Fethullah oğlu Medihadan doğma 3.4.1938 doğumlu Siirt’in Baykan jazası Dilektepe Köyü hane 1.cilt 14 sahife 61 de nüfusa kayıtlı (kendi ifadesine göre Siirt’in Baykan kazası Minar nahiye merkezinde nüfusa yazılı) olup Siirt’in Baykan kazası Minar nahiye merkezinde oturur evli 4 çocuklu okuryazar sabıkasız Diyarbakır merkezinde sabık telgraf memuru.
Maznun : Şefik İsi Şerik oğlu Medine’den doğma 12.03.1331 Doğumlu Diyarbakır’ın Lice kazası Hanyat köyü hane 7 cilt 14 sahife 160 da nüfusa kayıtlı olup Diyarbakır’ın Kemal Yılmaz mahallesi Ekmek sk. 5 sayılı evinde oturur evli 4 çocuklu cahil sabıkasız işçi.
Maznun : Mehmet Sadık Gül, Salih oğlu Halime’den doğma 1.1.1948 D.lu Siirt’in Koçpınar köyü numaralı hanede nüfusa kayıtlı ( Mahkemedeki kendi ifadesine göre ana adı Nura ve Siirt’in Ayınbaran köyü nüfusunda yazılı) olup Nuseybin’in Arapkışla mahallesi Kapris sk. 14 sayılı evinde oturur bekar okuryazar sabıkasız rençper.
Maznun : Abdurrahman Ucuman, Mehmet Sıtkı oğlu Zeliha’dan 1.1.1934 D.lu Diyarbakır’ın Hanih ilçesinin Hasık mahallesi 136 numaralı hanesinde nüfusa kayıtlı olup Diyarbakır’ın İbrahimbey mahallesi Tabanoğlu geçidi No:4 oturur evli 4 çocuklu okur yazar sabıkasız radyo teknisyeni.
Maznun : Şemsettin Arıdıcı (Şemsi Arıtıcı) Ali oğlu Emine’den doğma 1338 D.lu Diyarbakır’ın Çakal mahallesi hane 82 cilt 9 sahife 112 de nüfusa kayıtlı olup Diyarbakır’ın İskenderpaşa mahallesi Bahçeçıkmaz sk 28 sayılı evinde oturur evli 11 çocuklu okuryazar sabıkasız Diyarbakır’da terzilik yapar.
Maznun : Nezir Aydın, Abdurrahman oğlu Hanife’den doğma 1335 doğumlu Mardin Kızıltepe ilçesi Baktaşi köyü 42 sayılı evinde nüfusa kayıtlı (mahkemedeki ifadesine göre Mardin savur ilçesinde nüfusa kayıtlı) olup Mardin Kızıltepe kazası Yeni mahallesinde oturur evli 5 çocuklu cahil sabıkasız Kızıltepe’de tuhafiyecilik yapar.
Maznun : Said Elçi, Züfer oğlu Hurni’den doğma, 1341 D.lu Bingöl Zeynep Lise karşısı Viktorya apt kat:4 de oturur evli 3 çocuklu okuryazar sabıkalı Diyarbakır’da serbest muhasip.
Maznun : Derviş Akgül, Sado oğlu Güli’den doğma 6.9.1938 D.lu Siirt Kurtalan kazası Ayınkasır köyü hane 15 cilt 3/1 sahife 102 de nüfusa kayıtlı olup, Batman’ın Raman mahallesi Pompa cad. 32 nolu evde oturur evli 3 çocuklu okuryazar sabıkasız Batman Petrol ofisinde sabık memur.
Maznun : Zübeyir Yıldırım, Abdullah oğlu Şemsi’den doğma 1.1.1935 doğumlu Mardin Nuseybin İstilil nahiyesi çalı köyü hane 81 cilt 22 sahife 169 da nüfusa kayıtlı olup çalı köyünde oturur okuryazar sabıkasız çiftçi.
Maznun : Musa Sağnıç, Asım oğlu Huriye’den doğma 1341 d.lu Bitlis Tatvan kazası Karşıyaka mah. Hane 92 cilt 5 sahife 67 de nüfusa kayıtlı olup Tatvan’ın Toğ mah. Cami sk. 26 nolu evde oturur evli 6 çocuklu okuryazar sabıkasız Tatvan’da kereste fabrikası işletir.
Maznun : Mehmet Ali Güneş, Tahir oğlu Hatice’den doğma 4.6.1938 d.lı Bitlis Tatvan Reşadiye mah. Sugurlu köyü hane 4 cilt 14 sahife 90 da nüfusa kayıtlı (mahkemedeki ifadesine göre Reşadiye Harabiye Cesur köyünde nüfusa yazılı Ali Gümüş) olup Tatvan’ın Göçmen mah. 5 sk. 5 nolu evde oturur okuryazar sabıkasız Tatvan’da elektrikçilik yapar.
Maznun : Aleettin Laçin, Hasan oğlu Emine’den olma 11.5.1927 d.lu Mardin Kızıltepe Oragurs köyü 126 nolu hanede nüfusa kayıtlı olup Kızıltepe’nin Çeltik köyünde oturur evli 9 çocuklu okuryazar sabıkasız işçi.
Maznun : Mehmet İskan Azizoğlu, Hüseyin Hilmi oğlu Fatma’dan doğma 16.07.1939 d.lu Diyarbakır Silvan Mescit mah. Hane 88 cilt ½ sahife 78 de nüfusa kayıtlı olup Silvan’ın mescit mah. oturur evli 4 çocuklu sabıkasız okuryazar çiftçi.

SANIKLARIN MÜDAFİ AVUKATLARI:

Mardin barosu avukatlarından İsmail MÜNGAN ve Adnan Uğur , Urfa Barosu Avukatlarından; Mustafa İZOL ve diğer müdafi avukatlar Latif AYKUT, Hamit KARAKOÇ, İhsan BİÇİÇİ,

SUÇ : Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi adı ile gizli cemiyet kurmak ve idare etmek.

SUÇ TARİHİ : 1965 yılından itibaren.

Maznun Ömer TURHAN’ın Tevkifi :27.01.1968
Tahliyesi :25.02.1969

Maznun Mehmet Şakir Epözdemir’in tevkifi:27.01.1968
Tahliyesi :25.02.1969

Maznun Şefik İSİ’nin tevkifi :27.01.1968
Tahliyesi :25.02.1969

Maznun Mehmet Sadık GÜL’ün tevkifi :27.01.1968
Tahliyesi :27.09.1968

Maznun Şemsettin ARDICI’nın tevkifi :27.01.1968
Tahliyesi :27.09.1968

Maznun Nezir AYDIN’nın tevkifi :29.01.1968
Tahliyesi :27.09.1968

Maznun Şükrü ALPERGİ’nin tevkifi :29.01.1968
Tahliyesi :27.09.1968

Maznun Sait ELÇİ’nin tevkifi :28.01.1968
Tahliyesi :25.02.1969

Maznun derviş AKGÜL’in tevkifi :12.02.1968
Tahliyesi :25.02.1969

Maznun Zübeyir YILDIRIM tevkifi :14.02.1968
Tahliyesi :27.09.1968

Maznun Abdurrahman UCUMAN tevkifi :27.01.1968
Tahliyesi :27.09.1968

Yüksek Yargıtay 3.Ceza Dairesinin 08.02.1968 gün ve 2434 Esas 2711 sayılı karar uyarınca bildirişe göre Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi adıyla gizli cemiyet kurmak ve idare etmekten sanık Ömer TURHAN ve arkadaşları hakkında Diyarbakır Sorgu Hakimliğinin 1968/20 Esasında kayıtlı davanın CMUK’nun 14/2.maddesi mucibince Kamu güvenliğinin muhafazası bakımından Antalya Sorgu Hakimliğine nakline karar verilmiştir.

Diyarbakır Sorgu Hakimliğinin 19.02.1968 gün 1968/20 Esas 1968/25 karar sayılı kararı ile de Mezkur davanın Antalya Sorgu Hakimliğine nakline hükmedilmiştir. Bu sebeple Antalya Sorgu Hakimliğinin 27.07.1968 tarih ve 1968/98 Esas 1968/170 sayılı kararnamesinde sanıkların cümlesinin mesnet suçu işledikleri kabul edilerek hareketleri TCK.nunun 141/4 ve 173/3.cü maddelerine uygun bulunmak sureti ile duruşmalarının Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde yapılması ....aleyhlerinde son tahkikatın açılmasına karar verilmiştir.

Bu sebeple Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde C.M.U.M. 10606 sicil sayılı Ahmet ÖZSAN hazır olduğu halde kısmen tutuklu olarak yapılan açık duruşmalar sonunda:


GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :

Müdafalar Sanık Ömer TURHAN’ın müdafaası : (mahkeme zaptı sayfa 2) “Türkiye’de Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi adı ile gizli bir cemiyetin kurulmasından haberdar değilim, fiilen idari herhangi bir şeye maddi manevi katılmadım. Yalnız bilahare öldürülen Faik BUCAK isminde bir avukat Türkiye’de Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi ismi ile bir parti kurulacağını ve bunun Türk anayasasına uygun olduğunu, insan haklarının ve buna bağlı ferdi hürriyete mutabık bulunduğunu ve cemiyet nizamını sarsacak mahiyette olmadığını izah etti. Tüzüğü gösterdi. O vakit yanımda Mehmet Şakir Epözdemir ile Sait Elçi vardı. Bu avukat ayrıca, haldeki siyasi durum mezkur partinin açılmasına müsait değildir, zamanla tahakkuk edecektir yolunda fikirler ileri sürdü. Kanaatimce tüzükteki tespit edilen hususlar yıkıcı ve bölücü değildirler. Bir mıntıkanın sosyal durumuna bağlı ferdi yükselme ve anlayışının, refahının, o muhitte yaşayan insanları tarafından müştereken devlete yardım etmek sureti ile yükselmesi temennisidir. Eğer bu tüzükte yıkıcı ve ayırıcı bir düşünüş varsa kabul etmem, okudum ve böyle bir mana çıkarmadım .................................................”

Sanık Şakir EPÖZDEMİR’in İfadesi:
(mahkeme zaptı sayfa 3-4) “Sene 1965 Türkiye’nin siyasi durumu doğunun yükselmesine ferdi ve sosyal manada ilerlemesine hizmeti dokunmuyor, tarih bakımından da Kürtlerin eskiden beri oturduğu doğu bölgesi kürdistan olarak tanınır ve orada oturanlara da Kürt denir. Çok geri kalmışlardır. İnsan gibi yaşamaları ve bu şekilde tekamülleri hakları idi ve şarttı. İşte bu ana fikirden hareket ederek Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi adlı bir teşekkül kurmaya karar verdik, bu fikrin öncüsü öldürülen Faik Bucak ismini taşıyan bir avukattır.Tüzüğün ana prensiplerinin mahiyetini, tatbik şeklini ve ne zaman tatbik edileceğinin uzun uzadıya tartıştık. Dinledik, okuduk. Maksadımız Kürtlerle, Türklerin el ele verip kardeşçe doğu bölgesini yükseltmekti. Bu gaye etrafında toplanılmış olduk. Bu günde Türklerle Kürtler arasında derin uçurumlar vardır. Yani derin eşitsizlik uçurumları mevcuttur. Bu boşluğu beraberce doldurma amacını güttük. Başka bir düşüncemiz ve fiili hareketimiz yoktur. Türklerle Kürtler arasında eşitsizlik uçurumundan amacım ekonomik olarak bölgeler arasındaki dengesizlik, kültürde eşitsizlik, okullarda Kürt dilinin hakim kılınması ve okutulması manasını taşır. Tüzük yıkıcı değildir ve Türk anayasasına uygundur. Kalkınmamızı temin maksadıyla bu yola gittik. Türkiye’de doğuya karşı yanlış bir tutum ve zihniyet vardır. Daha açık bir tabirle hükümetlerinde doğuyu ihmal etme zihniyeti mevcuttur. Burada yaşayan münevverleri vasıtasıyla zamanın hükümetlerine başvurdular, lazım gelen yapılmadı. 27 Mayıs inkılabından sonra bir uyanma oldu, 1961 anayasasına dayanılarak o yerin çocukları kendilerini korumaya ve yükseltmeye başladılar. Doğuda oturan vatandaşlarımızın dıştan gelen tesirlere kapılmamaları için bu parti kuruldu.....”

Sanık Şefik İSİ’nin Def’i : (Mahkeme zaptı sayfa 4) “Böyle bir teşekkülün kurulmasından haberim yoktur. Maznun Şakir Epözdemir bir gün bana bir torbanın içinde bir şeyler getirdi. Bunlar senin yanında kalsın dedi. Yatağın altına koydum, polisler buldu. Bunların ne olduğunu bilmem. Partinin kuruluşundan da malumat sahibi değilim.........................................”

Sanık Mehmet Sadık GÜL’ün İfadesinde:(Mahkeme zaptı sayfa 4) Ben Ömer Turhanlı ile konuştuğum için beni suçlu göstermişler, hiçbir şeyden malumat sahibi değilim....................................................”

Sanık Abdurrahman UCAMAN konuşmasında: (Mahkeme zaptı sayfa 4-5) “Polisler dükkanımda ve evimde arama yaptılar. Şahsıma ait bazı dini ve kültütel kitaplar buldular. Bunların siyasi bir teşekkülle ilgisi yoktur. Ne maddi ne manevi cihetten Kürt devletinin kurulması yolunda bir amaca gitmedim................................”

Sanık Şemsi ARIDICI’nın Beyanı ( Mahkeme zaptı sayfa 5) “Kürtlerle Türkler arasında bin seneden fazla ne bölge nede buna benzer bir ayrılık yoktur.Malazgirt, Çaldıran ve İstiklal muharebelerinde beraber vuruşmuşlardır. Bu topraklarda birlikte savunmuşlardır. Bizi yalnız üzen nokta şudur; Doğu Anadolu üvey evlat muamelesi görmüştür. Aslan payını başkaları almış Çam sakızı Çoban armağanı bir şey onların hissesine düşmüştür.1950 ve 1960 yılları olaylarından biz sorumlu değiliz. 1956 yıllarında Irak Türklerine yapılan fena muamelerinin yüklemi doğu bölgelerinde oturanlara bağlanıyordu.Halbuki bizim bunlarla hiçbir ilgimiz yoktu. Buna rağmen isimli bir adam muhtara verip bizi iddiam Ermenilerin imhasını telmin ederek bizimde bu yolda bir muameleye tabi tutulmamızı istiyordu. Keza 1963 yılında Suat Seren adlı bir zat Kürtler komünisttir ve ondan daha tehlikelidir diye bir yazı ile müracaatta bulunuyordu. Ve yine Ötgen adlı bir mecmuada doğu illerinde yaşayanlar tezyif ve hakarete uğruyorlardı. Ve bunda inat ediliyordu. Bizi tahrik ediyorlardı. Birleşmiş Milletlerden yurt istesinler mahiyetinde yazılar vardı. Soyumuzda bir çok şehit bulunmaktadır. Kürt Türk’ten Türk Kürt’ten ayrılmaz. Bizde Süleymen Nazif, Ziya Gökalp ve Cahit Sıtkı Tarancı gibi evlatlar yetiştirdik. Eğer poliste bu gayemin dışında menfi bir kanaate sahip olduğum yazılmış ise kabul ediyorum.................................................................”

Sanık Nezir Aydın’ın anlatması: (mahkeme zaptı sayfa 5-6) “Böyle herhangi bir teşekkülün varlığından haberim yoktur. Aramada kitaplar buldular fakat bunlar serbest alınır ve satılır. Doğrudan olsun dolayısıyla olsun, mezkur kuruluşa katiyyen bir yardımım dokunmamıştır.................................”

Maznun Şükrü Alpergi’nin ileri sürdükleri: (Mahkeme zaptı sayfa 6) “Ne bir teşekkülden ne de bir tüzükten malumatım yoktur. Aramada bazı kitaplar ve saire buldular. Nerden temin ettin diye sordular. Bilmiyorum diye cevap verdim. Zira Suriye hududunda turistik otelim vardı. Gelen ve gidenler olur, belki onlar tarafından konmuş olabilir..............................................................................”

Maznun Sait Elçi’nin İzahı : (Mahkeme zabtı sayfa 6-7) “Türkiye kuruluşu itibariyle etnik bir topluma sahiptir. İçinde Çerkez, Arap ve Kürt vardır. Büyük bir kısmı da Türk ırkına mensuptur. Bunlar Osmanlı İmparatorluğunun çürümüş enkazından genç bir Türkiye’nin doğmasına sebep olmuşlardır. Burada aynı derecede yaratma ve fedakarlıkları vardır. Türk vatanının çocukları hiçbir zaman hangi kasıt altında olursa olsun birbirlerinden ayrılmazlar. Doğuda oturanlara yardım eli ve buna uygun olarak bir tekamül hakkı ve yaşama tekamülü istenilen gibi tutulamamıştır. Ne tam teşkilatlı bir hastanemiz, ne fabrikamız, nede büyük sosyal ve ekonomik müesseslerimiz yoktur ve kurulmuşlarda değildir. Kurulanlar bile faaliyet gösteremiyorlar. Bu ayrılık ve bu seviye düşüklüğü lazım gelen kültürel münasebetin meydana getirilmemesi bizi kırdı, anavatanımıza karşı düşman yapmadı. Bütün partiler ve bunların hükümetleri iktidara geçmeden evvel doğunun sorunlarına çare bulacaklarını söylediler ve lazım geleni yapacaklarını bildirdiler. Bunlara halk inandı boş çıktı. Bu durum ümidimizi yıktı. Bizde başımızın çaresine bakmaya mecbur olduk. Nizamnamenin bu kanaatten ve fikirden doğmaktadır. Müstakil bir Kürdistan kurulması gaye edinilmemiştir. Aç ve çıplak insanlar devlet kuramaz. Bir çok yazarlar aleyhimizde yazdılar ve telkinde bulundular. Hareketimiz TCK:nunun 141/4 bendine uymaz. Bu bir faşist İtalyan kanununun 270.ci maddesinden alınmış bir maddedir. Ruhen ona benzer bir fikir, kanaat duyma ve düşünce mahkum edilemez. Nizannamede fikir, düşünce ve kanaatlerimiz belirtilmiştir. Fiili bir hal yoktur. Suç da olmaz. Mahkeme huzuruna bizi çıkaran ayırıcı fikirler değil bilakis birleştirici ve toplayıcı fikirlerdir. Türk radyolarında kürtlere ait ve onların ananelerine uygun musiki çalınırsa herhalde bundan Türk Hükümeti bir şey kaybetmez. Musikinin ne mahkemesi ne de cürümü vardır. Bu bir manevi zevktir. Dışarıdan kışkırtıcı (Rusya ve Arabistan) ve başka ülkelerden gelen tesire kapılamaz. Türkler size bakmıyor, tekamül ettirmiyor gibi böyle bazı neşriyat bizi Türkiye’den ayıracak kudrette değildir. Biz bu hakkımızı korumak ve mesul büyüklerimize anlatmak için bu yola saptık. Hiçbir kürt vatanına karşı casusluk yapmamıştır...........................................................”

Sanık Derviş AKGÜL’ün anlatması : (Mahkeme zaptı sayfa 7) “Ben herhangi bir teşekküle girmedim. Tüzükten haberim yoktur. Yardımda etmedim. Aramadan dini kitaplarım, İngilizce kitaplarım ele geçti. Bunların alakası yoktur..........”

Maznun Zübeyir YILDIRIM’ın beyanı: (Mahkeme zaptı sayfa 7-8) “Teşekkülle ilgim yoktur. Müstakil bir Kürdistan kurulmasını da düşünmedim ve bu husus da ne maddi nede manevi yardım ve müzaheretin görülmemiştir.............................”

Maznun Mehmet Ali GÜNEŞ’in müdafası: (Mahkeme zaptı sayfa 8) “Benim bu suçla bir ilgim bulunmamaktadır. İsmim nereden karıştı bilmem.......”

1 Musa Sağnıç
2 Seraceddin Ünlü

Maznun Aleettin Laçik’in savunması : (Mahkeme zaptı sayfa 8) “Ben Kürt Demokrat partisi diye bir partinin kuruluşundan haberdar değilim. Sait Elçi ve Şakir Epözdemir arkadaşımdır. Onlarla konuşurum. Lakin bu şahıslar parti kurduklarından bahsetmediler. Bende de kitaplar bulundu. Bunlar dini, ahlaki ve kürt edebiyatına ait idiler. Suçla alakaları yoktur.........................................................................”

Sanık İskan AZİZOĞLU’nun savunması:(Mahkeme zaptı sayfa 14) “Kürkçülük diye sosyal bünyede değişim yapacak fikre müsteniden herhangi bir çalışmada bulunmadım. Kabul etmiyorum....................................................”


TANIK İFADELERİ : Şakir ÖDÜLGEN, Halil DEMİRDAN, Ercan ÜNAL, Halis ACAR, Vural, Cihat CELAYİR, Mehmet ASLAN ve sairleri. Müşterek ifadelerinde çokların evlerinde arama yaptıklarını, kitaplar, yazılar ve buna bağlı bir takım eserler bularak zabıt varakası tuttuklarını muhteviyatlarının ne olduğunu bildirmişlerdir.

DİĞER DELİLLER : Diyarbakır ili Emniyet Müdürlüğü Şube... Şefliğinde 26.01.196 gün ve159 sayılı 7 sayfadan ibaret baş komiser o yerin ...inci şube şefi Nazım İRHAN tarafından tutulan zabıt varakası ve müteala Diyarbakır ve bölgesi Emniyet Baş Müfettişliği 23.01.1968 gün ve 857 sayılı memleket bütünlüğüne müteveccih Kürtçülük faaliyetlerine dair bazı insanların ev ve iş yerlerinde arama yapılması hakkındaki 7 sahifeden ibaret Diyarbakır ve bölgesi Emniyet Başmüfettişi Süleyman EYÜPOĞLU tarafından hazırlanmış müteala ve kanaat ve buna ek 3 sahifeden ibaret sanıkların......gösterir cetvel vesaire...

Şubat 1968 gün 206 sayılı Diyarbakır İli Emniyet Müdürlüğü birinci Şube şefi Nazım İRHAN eliyle hazırlanmış 3 sahifeden ibaret kanaat ve müteala Derviş AKGÜL’ün 12.02.1968 tarihinde Nazım İRHAN ve Polis Memuru Ömer ŞAHİN tarafından alınmış bulunan 6 sahifeden ibaret ifadesi ve yine diğer sanıkların polis tarafından ayrı ayrı alınmış ve tespit müdafaaları Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi adlı program ve tüzük ile sanıkların evinde yapılan aramalar gayesinde elde edilen suç delilleri.......

Şimdi tespit edilen maznunların müdafaası ile şahitlerin ifadesi ve Kürdistan Demokrat Partisi program ve tüzüğünün buna bağlı öteki delillerini takdir edersek şu neticeye varırız. Nitekim Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi tüzük ve programını incelediğimiz vakit sanıkların cümlesinin suçu işledikleri kanaat doğmaktadır. Bu partinin program ve önsözünde aynen şöyle yazılmaktadır. “Kürt milleti eski ve tarihi bir millettir. Medeni bir devlet idi. Bu gerçek gizlenemez. Düşmüş milletlerin karanlık günleri olur, zamanla kayıp olan milletlerde vardır. Bunları tarih sahifelerinde görüyoruz. Kürt, milletlerin hakimiyeti altında kayıp olmamıştır. Kayıp olanlar milli tarih, milli hars, milli benlik ve ana dillerini unutanlardır. Kürt milleti kayıp ettirmedi. Temel direkle (milli sütunlar) yerindedir. Bunun için kürt milleti yaşıyor ama bu yaşama serbest ve hür bir yaşama değildir. Kürt bu gün el altındadır. Milli ve insani hakları elinden alınmıştır. İstediğimiz Cihan milletleri gibi Kürt milleti de hür ve serbest olsun. Bu idealin tahakkuku için Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurulmuştur.Parti her şeyden evvel Demokratik, insani,sosyal bir yolda yürüyecektir. Partinin hedefi milli misaktır. Çünkü parti birlik ve kardeşlik inancında olup Türk ve Kürtler arasında fark gözetmez. Parti bütün esir milletlerin yardımcısıdır. Parti bütün milletlerin birlik ve kardeşliğinin kabul eder. Milletlerin antlaşmasında eşitlik ister. Ve felsefi, dini, fikri sahada herkesi serbest tutar. Parti Birleşmiş Milletler fikrine bağlı dır. Her şekli ile sömürgeciliği reddeder. Parti hukuk nizamı taraftadır.Fakat insani ve milli hakların gasp edilmesi anında ayaklanmayı ve karşı koymayı hedef tutar yolu belirlemektedir.” Bu tüzüğün, bu programın ikinci sahifesinin maddelerinde şöyle durum ifade edilmektedir.

“Madde 1- Partinin adı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi

Madde 2- Partinin istekleri parti Türkiye Cumhuriyetinde kürtlerin siyasi, iktisadi ve kültürel haklarının tanınmasını amaçlar.

Madde 3- Bu şartların yerine getirilmesi için

A-Türk Anayasasına şu kayıtlar konmalıdır. Türk Devleti Kürt ve Türklerden teşekkül eder. Bu iki millet her husus da eşittirler. Ve Türk parlamentosun da kürtler nüfus nispetine göre temsil edilmeli, vekiller heyetinde yer almalıdırlar.
C- Türkiye ve Kürdistan bölgelerinin hudutları belirtilmelidir. Kürdistan topraklarına muhacir yerleştirilmemelidir. Kürdistan vilayet ve köylerinin isimleri değiştirilmemeli yahut değişmiş olan varsa eski isimlerine çevrilmelidir.

K- Kürdistan şehirlerine vali, idare amirleri, adli ve bütün memurlar kürtlerden olmalı, kürtlerin örf ve adetleri kanunlarda yer almalıdır.

D- Türkiye Kürdistan’ında resmi dil Kürtçe olmalıdır.

B- Kürdistan okullarında tahsil kürtçe olmalıdır. Ama Türkçe öğretilmelidir. Kürdistan Üniversitesi kurulmalı, Kürtlein tahsili devlet tarafından karşılanmalıdır.

F- Kürdistan Kürtçe radyo ve televizyon kurulmalıdır.

G- Kürtçe kitap, gazete ve mecmua (dergi) neşredilmelidir.

H- Her ibadetler için Alim ve Molla ile İbadethaneler de devlet tarafından karşılanmalı dır. Ve buna benzer maddelerde istem bütün çıplaklığını ile açıklanmıştır.....................

Her ne kadar sanıklar, toplu halde yaptıkları müdafaalarında; “doğu bölgesinde oturan insanların hiçbir idare hak ve hukukunu tanımamıştır. İhmal etmişlerdir. Bundan dolayı kendi başımızın çaresine bakmak için suç konusu olduğu ileri sürülen Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi adlı bir cemiyeti kurduk. Bu Türk Anayasına uygundur. Suç teşkil etmez. Her millet kendi harslarını, örf ve adetlerini muhafaza ve idameye mecburdur. Bunda bölücülük ve ayırıcılık yoktur.” Demişlerse de; mezkur program ve tüzüğün önsözünde de açıklandığı gibi Kürt milletinin tarihi bir millet olduğu ve yok olmadığı, dilini ve harsını muhafaza ettiği belirtilmiş, aynı program ve tüzüğün bilhassa 3.maddesinin C bendinde Türkiye ve Kürdistan bölgelerinin hudutları belirlenmelidir, isimler kürtçe olmalıdır, Bütün idari amirler, adli teşkilat ve buna bağlı icrai ve adli kuvvetin kürtlerin elinde toplanması iktiza ettiği aynı maddenin müteaddit bölümlerinde tereddüde yer vermeyecek şekilde izah edilmiştir. Ve hatta bu tüzüğün ön sözünde idealin tahakkuku için başlığını taşıyan kısmında partinin hedefi “milli misaktır” , mealinde tespit edilerek, bölücülüğün ve ayırıcılığın en bariz delili ortaya konmuştur. Sanıklar bu hakkı Türk Anayasasından aldıklarını ileri sürmektedirler. Türk Anayasası devletin bütünlüğü, resmi dil ve başkent adını taşıyan serlevhasında ve 3 nolu maddede “Türkiye, devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmi dil Türkçe’dir.” Ve aynı kanunun 4.maddesinde “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir. Millet egemenliğinin anayasanın esaslarına göre yetkili organlar eliyle kullanır.” Yolu ifade etmekle sanıkların müdafaalarına en güzel cevap vermiş bulunmaktadır. Böylece Türk milletlerinin yaşadığı Türk vatanının sınırları içinde , bu milletin üstün bir hakimiyet bulunmadığını ve sadece Türk halkının bulunduğunu belirtmektedir.

Suçluların Türk Anayasasına dayanarak yaptıkları savunmalarının yansızlığını artık münakaşaya gerek yoktur. Türk Anayasası “bunlara siz ayrı bir devlet korumaya ve kendi örf ve adetlerinizle birlikte dilinizi, dininizi ve hakimiyetinizi belirli bir hudut içerisinde sürdürmeye yetkilisiniz” mealinde bir hak tanımamıştır. Şayet bu bölge ayrı bir yer olarak kabul etmiş olsa idi Türk istiklal savaşının başlamasına tekaüdüm eden devirlerde Türk milleti tarafından Misaki milli sınırları içerine alınmış olmazdı. Yani bu topraklar, tamamı ile Türk vatanının bölünmez bir parçası olarak kabul edilemezdi. Bilhassa sanıklardan Sait ELÇİ’nin “Türkiye kuruluşundan beri etnik bir yapıya sahiptir”. (Çeşitli ırkların topluluğu manasına) mealindeki sözleri ile Türk ırkını ve tarihini hiç de tanımadığını veya tanımak istemediğini gösteren bir cümledir. Anadolu’ya yerleşen kabileler Türk boylarından gelmişlerdir. Sadece çeşitli dallar değişik isimler alırlar. Soy ve kök birdir. Kürt diye bir millet yoktur. Bunlar Türk ırkının Turani dalındadır. Ancak yerleştikleri yer yahut ta yerler Acem ve Arapların tesiri altında kalmış, insanlarında değişim usule gelmiştir. Bu tesir katiyen onların örf ve adetlerini yaşayışlarını kökünden bozmamıştır. Bu örf ve adetler aynen Türk örf ve adetleridir. Çünkü nesil ve ırk Türk’tür. Şayet çeşitli idareciler buraların ilerlemesini ve yaşayış seviyesini tanzime muvaffak olamamışlarsa bunun sorumluluğunu Türk milletine yüklemek hak ve hakikati ve kendi ırkını inkar etmek demektir. Öyle anlaşılıyor ki sanıklara yapılan telkin ve aşılama hiç şüphesiz dıştan gelmekte ve yabancı tesirler kül halinde Araplar ve Ruslardan ve değişik yerlerden mütemadiyen tanzim edilmekte ve ferdi duruma koymaya çalışılmaktadır. Misali şu program ve tüzüğün idealin tahakkuku için başlığını taşıyan kısmının son satırında “parti hukuk nizamı taraftarıdır. Fakat insani ve milli hakların gasp edilmesi anında ayaklanmayı ve karşı koymayı hedef tutar.” Bu tespit o derece ne yapılmak istendiğinin ve ne yapılacağını vahametin şümul ve anlamını çok belirli bir şekilde göstermektedir. Esasen sanıklar hazırlıkta emniyetçe alınan müdafaalarında özetle, Kürtçülüğü benimsediklerini ve uğranılan haksızlıklara, geri kalmışlığı kapamak amacı içinde bulundukların, bazen açık ve bazen kapalı söylemekten çekinmemektedirler. Yalnız evvelden mevcut olan siyasi durumu göz önüne aldıklarından bunun tahakkukunu zamana bırakmaktadırlar. Bu da ayaklanma ve karşı koymaktır. Diyarbakır valisinin 17.09.1969 gün şube 1-A,2807 numaralı teyp tapesi hakkında Antalya Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına hitaben göndermiş oldukları ve eki 10 sahifeden ibaret teyp tapesi adlı, sanıklardan Ömer TURHAN’ın 27.12.1967 tarihinde Mardin ili Nuseybin ilçesinde yapmış olduğu Kürtçülük Toplantısı ve Konuşmasına dair teyp tapesi tespiti ile birkaç 1967 ve 02.03.1967 tarihli aynı mealde Sait ELÇİ, İskan AZİZOĞLU yardımcısının konuşmalarını teşvik eden teypler tercümeleri incelenirse sanıkların ne şekilde bir kanaat ve kasta sahip oldukları inkar kabul edilmez bir açıklıkla ortaya çıkar. Daha açık bir tabirle müstakil bir Kürdistan devletini kurma gayesi güttükleri ve başka bir mana çıkarmaya imkan olmadığı görülür. Dosyada bulunan maddi deliller bunu göstermekte ve ortaya koymaktadır. Sanıklar kötü kasıtlarını, ihmal edilme, hak tanınma, maddi manevi yükselmeye engel olunma yollu sebeplere dayandırarak örtmeye uğraşmaktadırlar, bunda muvaffak olamamışlardır. Asil Türk kanını taşıyan ve o ırktan olan doğulu vatandaşlar birkaç maceraperestin peşine düşmemişlerdir. Belki bu maceracıların kandırdığı kimseler olmuştur (Üniversitedeki bazı olaylar, Doğu Kültür Ocakları vs. örgütler) Aklı selim ve izan bu fena akımın önünü kesmiştir. Yine bu sanıkların iyi olmayan kasıtlarını gösteren mühürler incelenirse şu hal ortaya çıkar; mühürlerin birisinde “ P.O. Kürdistan T.E.S”rumuzları, diğerinde “Parti Demokrat Kürdistan Türkiye” mahiyetinde yazı vardır. Bundan çıkan mana şudur; Müstakil bir kürt devletinin tahakkuku halinde kullanılacak mühürlerdir. Suç delili olarak mahkemeye gönderilen ve sanıkların ayrı ayrı aidiyeti tahakkuk eden torbalar içerisinden Kürtçe yazılar, mektuplar, İngilizce tarih kitabı ve buna benzer şeyler çıkmıştır. Bu kürtçe mektupları ve İngilizce tarih kitabını tercüme ettirmek imkanı bulunamamıştır. Böyle olmakla bile yukarıdan beri anlatılmaya çalışılan kötü kastın tamamlayıcı unsurları oldukları muhakkaktır. Ve bundan şüphe edilemez. Velhasıl dosyada bulunan tüzük ve program Ömer TURHAN, Sait ELÇİ, Mehmet İskan AZİZOĞLU, Şakir EPÖZDEMİR’e bağlı teyplerle, maznunların cümlesinin emniyette verdikleri ifadeler, mühürler ve bunlara ekli diğer belgeler muvacehesinde mudafalarını kabule imkan görülmemiştir. Suç bütün unsurları ile sabittir. Ve hatta diyebilir ki; Türkiye’de cereyan eden son olayların çıkış noktası buradan başlar. Vatan sathına yayılmış bir manzara arz eder. Bu bakımdan toplanan delillere göre; sanıkların müsnet suçu işlediklerine tam inanç ve kanaat gelmiş bulunduğundan sanıkların hepsinin hareketleri TCK.nunun 64. maddesi delaletiyle 141/4’e uygundur. Olayın işleniş şekli ve olayda sanıkların durumu, takdiri teşhis sebebi sayılmak suretiyle takdiren ve teşdiden sanıkların ayrı ayrı 3’er yıl süre ile ağır hapis cezasıyla tecziyelerine, bu sanıklardan Sait ELÇİ’nin evvelce tekerrüre esas olan aynı cinsten bulunan 1 sene 4 aylık mahkumiyeti bulunduğu ve o mahkumiyetinin infaz sebebi edildiği anlaşılmış olduğundan mukayyet tekerrür sebebi ile ve takdiren 81/2. madde uyarınca tayin edilen ceza 1/3 nispetinde arttırılarak :

1 SANIK Sait ELÇİ’NİN NETİCEDEN BU KARARLA 4 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, AYNI KANUNU 173/Son fıkrası mucibince 4 yıl süre ile AMASYA’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

2 SANIK Ömer TURHAN’IN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede DENİZLİ’DE İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

3 SANIK MEHMET ŞAKİR EPÖZDEMİR’İN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede UŞAK’TA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

4 SANIK MEHMET ŞEFİK İSİ’NİN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede KASTAMONU’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

5 SANIK MEHMET SADIK GÜL’ÜN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede ÇORUM’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

6 SANIK ABDURRAHMAN UCAMAN’IN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede AFYON’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

7 SANIK ŞEMSETTİN ARDICI’NIN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede KÜTAHYA’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

8 SANIK NEZİR AYDIN’IN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede KONYA’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

9 SANIK ŞÜKRÜ ALPERGİ’NIN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede ESKİŞEHİR’DE İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

10 SANIK DERVİŞ AKGÜL’ÜN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede BALIKESİR’DE İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

11 SANIK ZÜBEYİR YILDIRIM’IN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede KÜTAHYA’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

12 SANIK MUSA SAĞNICI’NIN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede KAYSERİ’DE İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

13 SANIK MEHMET ALİ GÜNEŞ’İ N NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede MUĞLA’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

14 SANIK ALAADDİN LAÇİN’IN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede İZMİR’DE İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

15 SANIK SURACETTİN ÜNLÜ’NÜN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede BOLU’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,

16 SANIK M. İSKAN AZİZOĞLU’NUN NETİCEDEN BU KARARLA 3 SENE SÜRE İLE AĞIR HAPİS CEZASIYLA TECZİYESİNE, 173/son mucibincede BOLU’DA İKAMETLE EMNİYETİ UMUMİYE NEZARETİ ALTINDA BULUNDURULMASINA,


Mevkuf kalan sanıkların TCK.nunun 40.maddesi gereğince tutuk kaldıkları sürelerin, mahkum oldukları cezalarından indirilmesine, yapılmış bulunan (46340) kuruş mahkeme masrafının hakkında muvakkat tatil kararı verilmiş olan sanık Reşidi Hamo’ya ait masraflar hariç olmak şartı ile diğer mahkum olan sanıklardan müteselsilen tahsiline, suç delilleri oldukları anlaşılan emanetin 968/110 ve 968/131 numarasında kayıtlı olup; teyp bantları, mühürler, daktilo makinası, Arapça ve kürtçe yazılmış mektup ve eserler, İngilizce tarih kitabı, tercüme edilmiş eserlerin yani Dini kitap olan Kuran-ı Kerim’den Hadasının Müsaderesine, Dini kitap olan Kuran-ı Kerim’in sahiplerine geri verilmesine, isteğe uygun ve temyiz yolu açık olmak suretiyle 05.04.1971 günü oy birliği ile verilen karar C.M.U.M. 10606 sicil sayılı Ahmet ÖZSAN huzuru ile bütün sanıklarla müdafileri Avukat İsmail MUNGAN, Adnan UĞUR, Mustafa İZOL, Latif AYKUT, Hamit KARAKOÇ ve İhsan BİÇİÇİ’nin GIYAPLARINDA usulen ve alanen tefhim kılındı. 05.04.1971

Reis Burhanettin Ekiz 10708
S.Aza İ.Menlikli 7427
S.Aza M.altınay 8671
Katip



MASRAF BEYANI

Adedi    Cinsi   Lira-Krş

Adedi 41 Cinsi Davetiye Lira-Krş 66,00
Adedi 41 Cinsi Müzekkere G.geliş Lira-Krş 82,00
Adedi 13 Cinsi Talimat gidiş geliş Lira-Krş 26,00
Adedi 1 Cinsi Bilirkişi raporu Lira-Krş 250,00
Adedi1 Cinsi Dosyanın Diyarbakır’dan geliş masrafı Lira-Krş10,00
Adedi1 Cinsi Telefon Lira-Krş 14,50
Adedi CinsiTelefon Lira-Krş 14 ,90
  Yekün   463,40


TÜRK Ulusu adına yargılama yapıp hüküm vermeye yetkili

İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi kararıdır.



K A R A R




Esas No : 1974/7
Karar No : 1974/8
C.Sav.E.No : 1974/8



MAHKEME HEYETİ :

Başkan : Yahya Saim GÖKÇEDAĞ : 9361
Üye : Ahmet Hamdi YİĞİTTEKİN : 9715
Üye (Yedek) : Mehmet Ali GÜRBÜZ : 12847 (Asil üye Bekir Sıtkı Özalp Yüksek Hakimler Kurulunun 12.07.1974 gün ve 13221 sayılı yazıları ile izine ayrılmış olmasından)
Üye (As.Hakim Alb.) : Nevzat BEYGU : 951-B-7
Üye (Yedek) As.Hakim Alb. : Ali Rıza HAFIZOĞLU : 951-B-12 (Asil üye As.Hakim Alb. Doğan Acır Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığının 13.0.1974 gün ve 1974/1452-2 K/12 sayılı yazıları ile izinli ayrılmış olmasından)
C.Savcı Baş Yrd. : Cafer KARAKADIOĞLU : 13321
Zabıt Katibi : Nail USLU : 19830


KARAR TARİHİ : 21.08.1974 Çarşamba

DAVACI : H.A

Maznun : 1- Ömer TURHAN- Şebab oğlu, 15.08.1936 Siirt Doğumlu, Diyarbakır Bağlar mah. 12 sk. No:36.
Maznun : 2- Mehmet Şakir EPÖZDEMİR- Fettullah oğlu, 03.04.1938 Siirt Doğumlu, Siirt Baykan Kazası Minar nahiyesinde oturur.
Maznun : 3- Şefik İSİ- Şeref oğlu, 12.03.1331 doğumlu, Diyarbakır Kemal Yılmaz mah Ekmek sk. No:5 de mukim.
Maznun : 4- Mehmet Sadık GÜL- Salim oğlu, 01.01.1948 Siirt Doğumlu, Nusaybin’in Arapkışla mah. Kıbrıs sk. No:14.
Maznun : 5- Abdurrahman UCUMAN- Mehmet Sıtkı oğlu, 01.01.1934 doğumlu, Diyarbakır İbrahimbey mah. Tabanoğlu Geçidi No:4 de mukim.
Maznun : 6- Şemsettin ARDICI- (Şemsi Artıcı) Ali oğlu, 1338 doğumlu, Diyarbakır İskenderpaşa mah. Bahçe çıkmaz sk. No:28’de mukim.
Maznun : 7- Nezir AYDIN- Abdurrahman oğlu, 1335 doğumlu, Mardin Kızıltepe kazası yeni mahallesinde oturur.
Maznun : 8- Şükrü ALPERGİN- Alioğlu, 1927 Mardin doğumlu, Nuseybin’in Kışla mah. 27 Mayıs sk. bila ned mukim.
Maznun : 9- Sait ELÇİ- Züfer oğlu, 1341 doğumlu, Diyarbakır Lisesi karşısı Viktorya apt. Kat:4 de mukim.
Maznun : 10- Derviş AKGÜL- Sade oğlu, 06.09.1938 doğumlu, Batman’ın Raman mah. Pompa sk. (cad) No:32’de mukim.
Maznun : 11-Zübeyyir YILDIRIM- Abdullah oğlu, 01.01.1935 doğumlu, Nuseybin’in İstilil mah. Çalı köyünde mükim.
Maznun : 12- Musa SAĞNIÇ- Asım oğlu, 1341 doğumlu, Tatvan’ın Too mah. Cami sk. No:26 da mukim.
Maznun : 13- Mehmet Ali GÜNEŞ- Tahir oğlu, 05.06.1938 doğumlu, Tatvan Göçmen mah. 5 sk. No:5’de mukim.
Maznun : 14- Alaettin LAÇİN- Hasan oğlu, 11.05.1927 doğumlu, Mardin Kızıltepe kazası Çeltik köyünde oturur.
Maznun : 15- Seracattin ÜNLÜ- Sabri oğlu, 15.11.1933 doğumlu, Ağrı’nın Hakmoz kazasında oturur.
Maznun : 16- Mehmet İskan AZİZOĞLU- Hüseyin Hilmi oğlu, 16.07.1939 doğumlu, Silvan’ın Mescit mh. Subaşı sk. No:88.


MAZNUNLAR VEKİLLERİ:

Maznunlar Vekilleri : Av.Mehmet Ali ASLAN (Ankara), Av.Abdulhamit KARAKOÇ, Av.İhsan BİÇİCİ, Av.Tahsin EKİNCİ (Diyarbakır)
Maznun Şakir EPÖZDEMİR Vekilleri: Av.Tahsin EKİCİ (Diyarbakır), Av.Veysi ZEYDANOĞLU (Tatvan)
Maznun Musa SAĞNIÇ Vekili : Av.Ziya ACAR (Ankara)
Maznun Hüseyin SAĞNIÇ, Seracettin ÜNLÜ ve 11 arkadaşı Vekilleri: Av.Latif AYKUT (Ankara)
Maznun İskan AZİZOĞLU Vekili: Av.ayhan SUNGUR (Ankara)
Maznun Sait ELÇİ, Derviş AKGÜL, ÖMER TURHAN VE ARKADAŞLARI VEKİLİ: Av.Hıdır BENZER (İstanbul)
Maznun Şükrü ALPERGİN ve 7 Arkadaşı Vekilleri: Av.İsmail MUNGAN, Av.Adnan UĞURLU (Mardin), Av.Mustafa İZOL (Urfa)
Maznun Abdurrahman UCUMAN Vekili: Av.Edip ALTINKANAR (Diyarbakır)


SUÇ : Anayasanın tanıdığı Kamu haklarını Irk mülahazası ile kısmen veya tamamen kaldırmaya hedef tutan, Milli duyguları yok etmeye veya zayıflatmaya matuf bulunan cemiyet kurmak.

SUÇ TARİHİ : 1965 yılından itibaren.

SEVK MADDESİ : T.C.K.NUN 141/4. Maddesi.

MAZNUNLARIN TEVKİF
VE TAHLİYE TARİHLERİ:


Maznun Ö. TURHAN Tevkif 27.01.1968 Tahliye 25.02.1969
Maznun Ş. EPÖZDEMİR Tevkif 27.01.1968 Tahliye 25.02.1969
Maznun Ş. İSİ Tevkif 27.01.1968 Tahliye 25.02.1969
Maznun Mehmet Sadık Tevkif 27.01.1968 Tahliye 27.09.1968
Maznun Ş.ARDICI Tevkif 27.01.1968 Tahliye 27.09.1968
Maznun N.AYDIN Tevkif 29.01.1968 Tahliye 27.09.1968
Maznun Ş.ALPERGİ Tevkif 29.01.1968 Tahliye 27.09.1968
Maznun Sait ELÇİ Tevkif 28.01.1968 Tahliye 25.02.1969
Maznun D.AKGÜL Tevkif 12.02.1968 Tahliye 25.02.1969
Maznun Z. YILDIRIM Tevkif 14.02.1968 Tahliye 25.02.1968
Maznun A. UCUMAN Tevkif 27.01.1968 Tahliye 27.09.1968



Yukarıda suç vasfı ve açık hüviyetleri yazılı maznunlar hakkındaki amme davası Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 29.06.1974 tarih ve Esas 974/159, Karar 974/416 sayılı görevsizlik kararı üzerine, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi C.Savcılığının 16.07.1974 gün ve Esas 974/8 sayılı yazıları ile Mahkememize tevdi edilmiş olduğundan, maznunların cümlesi ile, maznunlar vekillerinin gıyaplarında ve C.Savcı Başyardımcısı Cafer KARAKADIOĞLU’nun huzurunda yapılan açık duruşmalar sonunda dosya tetkik edildi.


GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

HADİSE : 1966 yılında hasımları tarafından öldürülmüş olan Urfa Barosu Avukatlarından Faik Bucak’ın 1965 yılında ön sözü “Kürt milleti eski ve tarihi bir millettir. Medeni bir devlet idi. Bu gerçek gizlenemez. Düşmüş milletlerin karanlık günleri olur, zamanla kayıp olan milletlerde vardır. Bunları tarih sahifelerinde görüyoruz.

Kürt, milletlerin hakimiyeti altında kayıp olmamıştır. Kayıp olanlar milli tarih, milli hars, milli benlik ve ana dillerini unutanlardır. Kürt milleti kayıp ettirmedi. Temel direkle (milli sütunlar) yerindedir. Bunun için kürt milleti yaşıyor.

Ama bu yaşama serbest ve hür bir yaşama değildir. Kürt bu gün el altındadır. Milli ve insani hakları elinden alınmıştır. Allah istediğimiz Cihan milletleri gibi Kürt milleti de hür ve serbest olsun.

Bu idealin tahakkuku için :

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurulmuştur.Parti her şeyden evvel Demokratik, insani,sosyal bir yolda yürüyecektir.

Parti bütün esir milletlerin yardımcısıdır. Parti bütün milletlerin birlik ve kardeşliğinin kabul eder. Milletlerin antlaşmasında eşitlik ister. Ve felsefi, dini, fikri sahada herkesi serbest tutar.

Parti Birleşmiş Milletler fikrine bağlı dır. Her şekli ile sömürgeciliği reddeder.

Halklar arasında karşılıklı bir mücadeleyi istemez ve reddeder.

Parti hukuk nizamı taraftadır. Fakat insani ve milli hakların gasp edilmesi anında ayaklanmayı ve karşı koymayı hedef tutar yolu belirlemektedir.” Olan ve birinci maddesinde partinin adının “Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi” olarak belirlenen ve partinin istekleri 2.maddesinde “ Parti, Türkiye Cumhuriyetinde; Kürtlerin Siyasi, İktisadi ve Kültürel haklarını tanıtsın” şeklinde tespit edilen ve bu isteklerin yerine gelebilmesi için 3 maddesinde:

“Madde 3- Bu şartların yerine getirilmesi için:

A-Türk Anayasasına şu kayıtlar konmalıdır. Türk Devleti Kürt ve Türklerden teşekkül eder. Bu iki millet her husus da eşittirler.
B- Türk parlamentosun da kürtler nüfus nispetine göre temsil edilmeli, vekiller heyetinde yer almalıdırlar.

C- Türkiye ve Kürdistan bölgelerinin hudutları belirtilmelidir. Kürdistan topraklarına muhacir yerleştirilmemelidir. Kürdistan vilayet ve köylerinin isimleri değiştirilmemeli yahut değişmiş olan varsa eski isimlerine çevrilmelidir.

Ç- Kürdistan şehirlerine vali, idare amirleri, adli ve bütün memurlar kürtlerden olmalı, kürtlerin örf ve adetleri kanunlarda yer almalıdır.

D- Türkiye Kürdistan’ında resmi dil Kürtçe olmalıdır.

E-Kürdistan okullarında tahsil kürtçe olmalıdır. Ama Türkçe öğretilmelidir. Kürdistan Üniversitesi kurulmalı, Kürtlerin tahsili devlet tarafından karşılanmalıdır.

F- Kürdistan Kürtçe radyo ve televizyon kurulmalıdır.

G- Kürtçe kitap, gazete ve mecmua (dergi) neşredilmelidir.

H- Her ibadetler için Alim ve Molla ile İbadethaneler de devlet tarafından karşılanmalıdır. “ Şartları ileri sürülen 51 Esas ve 2 geçici maddesinden ibaret bir parti tüzüğü hazırladığı, bu tüzüğün aynı yıl yaz aylarında Diyarbakır Gazi Köşkü bahçesinde Faik BUCAK’ın başkanlığında ve sanıklardan Ömer TURHAN, Derviş AKGÜN ve Şakir EPÖZDEMİR’in iştirakiyle yapılan ilk toplantıda Derviş AKGÜN tarafından okunduğu ve yapılan tartışmalar sonucu tüzüğün tümü ile kabul edilerek gizli partinin fiilen kurulup faaliyete geçtiği, ikinci toplantının aynı şahıslar tarafından Diyarbakır Turistik Palas Oteli salonunda yapıldığı, bu toplantıda münhasıran bir teksir makinesi temin edilerek Kürt halkına parti umdelerini duyuracak ve Kürt milliyetçiliğini yayacak neşriyat yapılması üzerinde durulduğu, müteakip toplantılarda teşkilatlanma faaliyetlerinin ele alındığı ve gerek yukarıda isimleri geçen sanıklar ve gerekirse diğer sanıklarında iştirakiyle tüzükte belirtilen parti teşkilat ve hücrelerini kurduklarını,zamanla Türkiye, Suriye ve Irak sınırları içinde kürtlerle meskun bölgeleri ihtiva eden müstakil bir Kürdistan Devleti kurulması fikri etrafında birleşilince, 1966 yılından itibaren Suriye ve Irak Kürt Demokrat Partileri yöneticileri ile temasa geçildiği ve Faik BUCAK’ın sağlığında Suriye Kürt Demokrat Partisi eski liderlerinden Osman SABRİ ve aynı partinin genel sekreteri Reşit-i Hamo ile irtibat kurduğu, Reşit-i Hamo’nun 1967 Aralık ayı başlarında Türkiye’ye gelerek Diyarbakır ve havalesindeki sanıklardan partinin çalışmaları hakkında bilgi aldığı ve bazı tavsiyelerde bulunduğu, bunlardan ayrı olarak partinin Koma Haremi (Merkez Yönetim Kurulu) ni teşkil eden sanıklardan Lozan’da oturan Kürt milletinin haklarını müdafaa komitesi genel sekreteri İsmet Şerif Vanlı’ya baş vurarak Türkiye kürtlerinin hariçteki temsilciliğini kabul etmesini istediklerini, adı geçenin kabul etmesi üzerine partinin bir mührü ile hazırlanan temsilcilik belgesini bir kaçakçı marifetiyle Beyrut’a, oradan da posta ile İsmet Şerif Vanlı’ya ulaştırdıkları ve böylece sanıkların ırk mülahazasını istihdam ve milli duyguları zayıflatmak maksat ve gayesi ile bir cemiyet kurdukları ve bu maksatla faaliyette bulundukları sanıkların hazırlık, ilk ve son tahkikattaki ifade ve beyanları, müdafaa dilekçeleri, ele geçirilen parti tüzüğü 15.12.1966 tarih ve 96 sayılı parti temimi ve diğer delillerle anlaşılmıştır.

SUÇ VASFI :
Toplanan deliller ve bilhassa parti tüzüğünde belirtilen umdeler, girişilen faaliyet ve Suriye ile Irak Kürt Demokrat Parti idarecileri ile tesis edilen irtibat muvacehesinde sanıkların esas gayelerinin kürtlerle meskun bölgeleri Türkiye’den ayırarak müstakil bir Kürdistan Devleti kurmak olduğu açıkça ortaya çıktığından suç vasfı üzerinde durulmasını zorunlu kılmıştır.

Filhakika, sanıklar hakkındaki kamu davası açılmasına dair olan Diyarbakır C.Savcılığının 30.01.1968 tarih ve 968/111-18 sayılı talepnamede suç “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi adı ile gizli cemiyet kurmak ve idare etmek” şeklinde tasnif edilmiş, davanın naklinden sonra ilk tahkikatı ikmal eden Antalya Sorgu Hakimliğinin 27.07.1968 tarih ve 968/98-170 sayılı son tahkikatının açılması kararında suç, “Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi adı ile cemiyet kurmak ve idare etmek” olarak belirlenip sanıkların TCK:nun 141/4 ve 173/3 . maddeleri gereğince tecziye edilmek üzere son tahkikatın Antalya Ağır Ceza Mahkemesine açılıp yapılmasına karar verilmiş, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde delillerin toplanmasından sonra iddia makamını temsil eden C.Savcı Yardımcısı 25.02.1969 tarihli celsede serd ettiği esas hakkındaki mütelasında sonuç olarak “bütün sanıkların Anayasa’nın ırk mülahazasını istihdaf ve Milli duyguları zayıflatmak maksat ve gayesi ile gizli olarak Türkiye Kürdistan Demokrat Partisini kurdukları ve buna müştereken ve münferiden sevk ve idare ettikleri, dış ülkelerde kurulmuş aynı mahiyette ki diğer teşekküllere mensup yetkili şahıslarla temas kurdukları yukarıda tefsilen gösterilen, izah edilen delillerle sübut bulunmaktadır. İlk nazarda sanıkların fiili TCK:nun 125.maddesine uygun görülmekte ise de; TCK.nun 61.maddesinde yazılı bir kimse işlemeyi kastettiği bir cürmü vesaiti mahsusa ile icraya bağlamasından bahsetmektedir. Sanıklar bu fiillerinde kurdukları teşkilat ve ellerindeki imkanlar TCK:nun 125.maddesinde yazılı olduğu gibi Türk topraklarından bir kısmını ayırmaya tahakkuk ettirebilmek için hususi vasıta niteliğinde değildir. Bu hususun takdiri mahkemeye ait olmak üzere sanık Sait ELÇİ’nin fiil ve harekerine uyan TCK.nun 141/4, 61/2, 173/son, diğer sanıkların 141/4, 173/son maddelerine göre tecziyeleri ve bulunamayan sanık Reşid-İ Hamo hakkında muvakkat tatil kararı verilmesi talep ve iddia olunur. Savcı, bu mütealasını müteakip celselerde teyit ve tekrar eylemiş ve Antalya Ağır Ceza Mahkemesi de duruşma salonunda delilleri takdir ederek sanıklara müspet suçun TCK:nun 141/4.maddesine uyduğunu sabit görüp 05.04.1971 tarih E.968/235, K.971/81 sayılı kararı ile sanık Sait ELÇİ’nin TCK:nun 141/2,4,81 ve 173/son maddeleri ve diğer sanıkların 141/4 ve 173/son maddeleri mucibince tecziyelerine karar vermiş, ancak bu karar Antalya C.Savcılığının19.07.1972 günlü temyiz layihasında gösterilen “Türkiye Parlamentosunda Kürtler nüfus nispetine göre temsil edilmelidir. Vekiller heyetinde yer almalıdır. Türkiye ve Kürdistan bölgeleri hudutları belirtilmelidir. Kürdistan vilayet ve köylerinin isimleri değiştirilmelidir. Kürdistan topraklarına muhacir yerleştirilmemelidir. Kürdistan vilayet ve şehirlere vali ve adli ve bütün memurlar kürtlerden olmalı, kürtlerin örf ve adetleri konuda yer almalıdır. Türkiye Kürdistanında resmi dil kürtçe olmalı gibi ibareleri ele geçirilen örneği dosya içinde mevcut tüzüklerine koymuşlardır. Halbuki Türk Anayasında: Devletin bütünlüğünü resmi dili ve başkent adını taşıyan serlavhasında ve 3.maddede Türkiye Devleti Ülkesi ve Milleti bölünmez bir bütündür. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir demektedir. Görülüyor ki; sanıklar uzun bir mesai sarf ederek ve teşkilatlanarak kurup hazırladıkları gizli parti tüzükleri ve hareketleri ile devlet topraklarının bir kısmını ayırıp kuracakları Kürt devletinin hakimiyeti altına almak ve Devlet birliğini bozmaya açıkça teşebbüs ettikleri sübut bulmaktadır. Bu fiilleri ise TCK:nun 125,61.maddeye uygundur. Sanıklarının gerek mahkemede yaptıkları savunmalarda ve gerekse mahkemeye gönderdikleri esas hakkındaki savunmalarında kullandıkları sözler maksatlarının Türk Devletini bölmek olduğu gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Mahkemenin tatbik ettiği TCK:nun 141/4. fıkra ile cezalandırılmaları dosya münderecatı ve mevcut delillere uygun olmadığından” şeklindeki gerekçeye dayanılarak aleyhe temyizi ile sanıklar ve müdafilerin temyizi üzerine Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 19.02.1974 tarih ve E.972/4881, K.974/617 sayılı ilamı ile usul yönünden bozulduğundan kesinleşmiştir.

Bu kısa izahattan sonra şimdi hadiseye T.C.K.nun 141.maddesinin 4.fıkrasının mı yoksa 125.maddesinin mi uygulanması gerekeceği sorusuna istiklalini tenkisine veya birliğini bozmaya veya “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır.” Hükmü mevcuttur.

Bu madde ile; bir yabancı devletin himayesi altına tamamen veya kısmen girmeyi hedef tutan hareketler, Devletin hakimiyetini ve istiklalini zedeleyecek nitelikte ve mesela devletin siyasi, idari ve adli denetimi dışında kalmak üzere süresiz imtiyazlar veya yabancı askeri kuvvetlerin yurt içinde, aynı nitelikteki yetkilerle mücehhez bulundurulması gayesine yönelen bakımından parçalamaya, bölmeye matuf aşırı bölgecilik hareketleri, memleketin bir parçasının Devletin hakimiyetinden ayrılarak ayrı bir idare kurulması veya başka bir devletin ülkesine katılması hedefini güden faaliyetler müeyyide altına alınmıştır.

Bu suçun unsurları;

a) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koymaya,
b) Devletin İstiklalini tenkise,
c) Devletin birliğini bozmaya,
d) Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya,Matuf fiillerdir.

Burada bahse konu fiillerden maksat suçun işlenmesine elverişli fiillerdir. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse; bu maddede yazılı suçlardan birini işlemeye yönelen fiil, adi hazırlık hareketlerinden farklı olarak “İcrai nitelikte” bir fiildir. Bu sebeple; bu suçlara ayrıca teşebbüs bahis konusu olamaz. Başka bir deyimli, burada cezalandırılan hareket maddede gösterilen suçlara yönelen “Devletin hayatını tehlikeye koyan icrai hareketlerdir. Bu itibarla ayrıca bu fiillere teşebbüsten bahse yer yoktur. Çünkü bu fiillere teşebbüs mahiyeti arz eden adli hazırlık hareketleri diğer suçları (mesela TCK:nun 141/4, 168, 171 ve 172.) meydana getirirler. Burada göz önünde tutulması gereken şey, işlenen fiilin devletin varlığını tehlikeye koymuş olmasıdır. Bu bakımdan gerçek bir tehlike yaratmayan hareketlerin 125.maddede sunulan suçları meydana getirmeyeceği açıktır.

Belli bir maksada matuf ve belli neticeleri meydana getirmeye elverişli fiilin işlenmiş olması halinde; bu madde hükmü uygulanır. Esasen neticenin meydana gelmesi şart değildir. Zira bu suç, “Tehlike suçu”dur. Tehlikenin yaratılması ile suç işlenmiş sayılır. Kanun suçun tamamlanması için icrai harekete başlanmasını yeter saymıştır. Başka bir tabirle fiilin cezalandırılması, failin fiile yönelen ve neticeyi meydana getirmeye elverişli hareketlerinin mevcudiyeti şartına bağlamıştır ve bu icrai hareketin “Vesaiti-Mahsusa” ile başlaması zaruridir. Bu sebeple tüzük hazırlanması, cemiyet teşkili, yazı yazma, konuşma, fikir teatisi veya gizli toplantılar 125.maddede kastedilen fiillerden sayılamaz.

125.maddede söz konusu “bir fiil işlemek” tabirinin mana ve şümulünün daha kesin bir şekilde tayin ve tespit için 168, 171 ve 172. maddelerle mukayese temek kafidir.

168.maddede “her kim 125....maddelerde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete teşkil eder, yahut böyle bir cemiyet ve çete de amirliği ve kumandayı ve hususi bir vazifeye haiz olursa on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkum olur.....”

171.maddede de “125, 131, 133, 146, 147, 149 ve 156.maddelerde yazılı cürümlerden birini veya bazılarını hususi vasıtalarla işlemek üzere birkaç kişi aralarında gizlice ittifak ederse bunlardan her biti aşağıda yazılı cezaları görür.

“1- Yukarıdaki fıkrada yazılı ittifak 125....maddelerde yazılı cürümlerin yapılmasına dair ise sekiz seneden on beş seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.

“172.maddede ise “64 ve 65.maddelerde yazılı haller haricinde her kim meydanlarda ve toplanma mahallerinde alalen ahaliyi 125....maddelerdeki cürümlerden birini işlemeye tahrik ederse yalnız bu hareketinden dolayı tahrik ettiği fiil 125....maddelerdeki fiillerden ise, üç seneden beş seneye kadar ağır hapis cezası hükmolunur.”
Hükümleri yer almaktadır.

Bu maddelerde görülüyor ki, 125.maddede yazılı suçları işlemeye teşebbüs veya kolaylaştırıcı mahiyetteki fiiller (bu suretle silahlı cemiyet ve çete teşkil yahut böyle bir cemiyet ve çete de amirliği, kumandayı ve hususi bir vazifeyi haiz olma dahil) ağırlık derecesine göre azami on seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılmaktadır.

125.maddede yazılı suçları işleyenlere ise ölüm cezası verilmektedir.

Bu itibarla 125.maddelerdeki suçun tekevvünü için 168.maddede belirtilen fiilden daha ciddi ve daha vehim olması ve yukarıda izah edildiği gibi devletin varlığını tehlikeye maruz kılmış bulunması gerekmektedir.

Halbuki, eylemleri belirtilen sanıkların tasarladıkları müstakil bir Kürdistan Devleti kurma yolundaki düşüncelerinin kuvveden fiile çıkarmak için ellerinde vesaiti mahsusa yoktur ve 125.maddede kastedilen fiillerden birini işlediklerine dairde hiçbir delil mevcut değildir.

Binnetice, sanıkların sabit olan ve gizli Kürdistan Demokratik Partisi kurma, gizli toplantılar yapmak, parti umdelerini yaymak, Suriye ve Irak’taki Kürt Demokrat Parti yöneticileri ile irtibat sağlamak ve partinin teşkilatlanmasını ve dışarıda temsilinin sağlayıcı faaliyetlerden ibaret bulunan fiilleri, Anayasanın tanıdığı kamu haklarının ırk mülahazası ile kısmen veya tamamen kaldırılmasını hedef tutan ve aynı zamanda Milli duyguları zayıflatmaya matuf gizli cemiyet kurmaktır. Ve 141+4.maddede yazılı suçu teşkil etmektedir.

Nitekim, bu gibi fiillerin 125.maddedeki suçu meydana getiremeyeceği, ancak 141/4 deki cemiyet teşkili suçu olarak kabul ve bu yolda mahkumiyet hükmü tesisine mütedair olan ve Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 10.03.1967 tarih ve 1661/448 sayılı ilamı ile onanmış bulunan Ankara 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 14.01.1965 gün ve E.964/215, K.965/2 sayılı kararı ve nihayet bu dava dolayısı ile Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin sanıkların fiilini 141/4.maddeye muhalefet olarak kabul verdiği mahkumiyet kararını, fiilin 125.maddeye aykırılık teşkil edeceği yönünün aleyhe temyiz eden Antalya C.Savcılığının temyiz sebebine cevap teşkil eden C.Başsavcılığının 20.12.1972 gün ve 972/3541 sayılı tebliğnamesindeki “3- Yapılan yargılamaya, toplanan delillere, gerekçeye uygulama ve Mahkemenin takdirine göre C.savcısının; sanıkların suçunu TCK.nun 125.maddesine temas neticesine itirazı; TCK.nun 125.maddesindeki suçun tekevvün edebilmesi için maddede yazılı gayelere matuf ve muayyen neticeyi istihsale elverişli olması lazımdır. Yani icrai hareket gerekir. Sanıkların yaptıkları tüzüğe göre toplantılar yapıp kararlar alınması, temaslar yapılması, mühür basılması, teksir makinesi satın alınmak istenmesi, Kürtlerin haklarının korunması için hariçte bir temsilci tayin edilmesi, Suriye Kürt Demokrat Parti Sekreterinin sanıklar tarafından vaki davetleri üzerine Türkiye’ye gelip gizli toplantılara iştirak etmesi ve sanıkların bizzat ayrı ayrı bölgelerde temaslar yaparak tanzim ettikleri Kürdistan Demokratik Parti tüzüğü gereğince fikir bayan etmeleri bir icrai fiil vasfında değildir. Türkiye Kürdistan Demokratik Parti tüzüğünde yazılı olanlarla sanıkların savunmalarında söyledikleri sözlerden de anlaşılacağı gibi, Kürtçülük milliyetini ileri sürerek ırk mülahazası ile müstakil bir Kürdistan Devleti kurmak ve bunun temini için faaliyette bulunmak ve Türk milleti arasında Türklük-Kürtlük şeklinde ayrımlar yapmak sureti ile Milli Birliği bozarak, Milli duyguları zayıflatmak amacını güttükleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle sanıkların eylemleri; TCK.nun 141.maddesinin 4.bendine temas eder suç niteliğinde olduğu anlaşılmış ve Yüksek 1.Ceza Dairesinin 27.02.1967 gün ve 1661/448 Esas sayılı ilamı da bu görüşü teyit eder mahiyette bulunmuş olmakla yerinde görülmemiş, bu itibarla suç vasfına ve sanıkların dava zaman aşımının tahakkuk etmiş bulunduğuna, soruşturma eksikliğine, sübuta cezaların tecil edilmesine ve cezanın azami haddinin tayin edilmiş bulunmasına ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması talep ve evrak tebliğ olunur.” Mealindeki mütelası mahkemenizin görüşünü doğrulamaktadır.

O halde; suçun 07.02.1974 tarihinden önce işlenmiş bulunmasına, 1803 sayılı af kanununun istisnalarla ilgili 5.maddesinin (A) fıkrasının Anayasa Mahkemesinin 02.07.1974 tarih ve 974/19-31 sayılı kararı ile iptal ve resmi gazetede yayınlanarak yürürlükten kalkmış olmasına ve sanıkların fiillerine uygun olan TCK.nun 141.maddesinin 4.fıkrasındaki suçun azami cezasının oniki yılı geçmemesine göre, sözü geçen 1803 sayılı kanunun 1/A maddesi delaletiyle, TCK.nun 97.maddesi mucibince amme davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi gerekir.


HÜKÜM :
Yukarıda etraflıca izah edildiği veçhile, sanıkların 125.maddesinde sayılan suçu işlediklerine dair herhangi bir delil elde edilememiş olmasına ve sabit olan delillerin 141/4. maddesindeki suçu teşkil etmesine ve bu suçun 07.02.1974 tarihinden önce işlenmiş bulunmasına, 1803 sayılı af kanunun TCK.nun 141 ve daha bir kısım maddelerindeki suçları af kapsamının dışında bırakan 5.maddesinin (A) fıkrasının iptaline dair Anayasa Mahkemesinin 02.07.1974 tarih ve 14943 sayılı nüshasında yayınlanarak bu fıkranın yürürlükten kalkmış olmasına ve sanıkların fiillerine uygun TCK.nun 141.maddesinin 4.fıkrasındaki suçun azami cezasının oniki yılı geçmemesine binaen 1803 sayılı af kanununun ¼ maddesi delaletiyle TCK.nun 97.maddesi gereğince sanıklar hakkındaki amme davasının ORTADAN KALDIRILMASINA, mütedair talebe uygun ve temyizi kabil olmak üzere ittifakla verilen karar, sanıkların ve müdafilerinin gıyaplarında ve iddia makamında C.Savcı Başyardımcısı Cafer KADIOĞLU huzuru ile alalen ve usulen tefhim kılındı. 21.08.1974


Başkan / Üye / Yedek Üye /
Yahya Saim GÖKÇEDAĞ / Ahmet Hamdi YİĞİTTEKİN / Mehmet Ali GÜRBÜZ /
9361 / 9715 / 12847 /




Üye / Yedek Üye / Zabıt Katibi /
Nevzat BEYGU / Ali Rıza HAFIZOĞLU / Nail USLU /
As.Hakim Alb. / As.Hakim Alb. / 19830 /
951-B-7 951-B-52







P Ê Ş G O T I N

================================




Mılletê Kurd, Mılletêkê tarîxî û kevne. Ew xwehîyê medenîyet û dewlet bû.Ev rastîya dîrokî nayê veşartın.

Dı jîna mılletan de devrên ketî û tarî hene. Van demande carna mıllet hında dıbın, em dı rûpelên tarîxade wan mılletan dıbînın.

Bındestîya mılletan ne hındabûne, lewra hındabûn:

Tarîxa mıllî, Ezînîya mıllî, Harsên mıllî û Zımanê zıkma kî bîrvakırıne. Mılletê Kurd,xwe hında nekırîye û stûnê wîyên mıllî dı cî da ne. Lewra mılletê KURD DIJÎ.

Lê belê ev jîyan ne jîyanêkî serfıraz û azayîye.

Kurd, îro bındestın. Heqqên mırovanî û mıllî jê hatıne sıtandın. Daxwaz ame û dozame: Mılletê Kurd. Wek mılletên CİHANE azad û serfıraz bî.

Jı bona pêkanîna ARMANCÊ:

(PARTÎYA DEMOKRATA KURDISTANA TIRKÎYÊ)

hatîye danîn. Xebata Partîyê, rexêki AŞTÎ. Demokratî, Mırovanî û Komelayîtî dımeşe.
Partî, Parastîyê “Mîsaqa Mıllîyê”. Lewra Partî, bawerîyê bı yekîtî û bırayîtî û wekhevîya (hemberîya) Kurd û Tırk’a tîne.

Partî, alîkarê hemî mılletan êsîre, Partî yekîtî û hımberîya hemî mılletan qebûldıke. Hevketına Mılletande aştî dıxwaze û bawerîya Felsefî, DÎN’î û fıkrîde, herkes aza û serbest dıgre.

Partî, bı “PEYMANA MILLETÊN YEKBÛYΔ ve, gırêdayîye.

Û bı her aweyî xwînmêjîyê ( sömürgeyîtîyê) naxweze û red’ dıke.

Dı neqeba rêzên Mılletîde, mucadeleyêkî şureşî qebul nake.

Partî lı alê nîzama HUQUQÎYE, lê belê dı xespa heqqên ınsanî û mıllî de, ber’rabûn û şûreşî (şoreşê)y


PARTÎYA DEMOKRAT A K U R D I S T A N A T I R K Î Y Ê

Madda : 1 - Navê Partîyê: “ Partîya Demoqrata Kurdıstana Tırkîyê”

Madda : 2 - Daxwaz û dozên PARTÎYÊ :
Partî, dıxwaze lı Cumhûrîyeta Tırkîyê’da, heqqên Sîyasî, Iqtîsadî û Zanyarî
(Kültürel) jı Mılletê Kurd’re bıde naskırın.

Madda : 3 - Jıbo pêkanîna van şertan :
a ) Lazıme dı ANAYASA Tırkîyê de, bı cî bıbe kû :
“ Dewleta Tırkîye’yê jı Kurd û Tırk’a çêbûye û ev herdû MILLET dı her aweyî
de wekhevın.”
b ) Dı Parlemana Tırkîyê da, lıgora nıfûsa xwe Kurd têne temsîlkırın û dı HEY’ETA
WEKÎLADE cî bıstînın.
c ) Tıxûbên Kurdıstana Tırkîyê bê kıfşkırın û dı axa Kurdıstanê de tû mıhacır neyên
bıcîkırın. Navên gunda û bajarên Kurdan neyên guhartın û yên kû hatıne guhartın
jî, navên xweyên kevın bıstînın.
ç ) Dı herêmên Kurdıstanêde, Walî, Serekên Îdarî, Edlî û gış Memûr jı Kurdan çêbın
Tor û Adetên Kurdan dı qanûnade bıcîbıbın.
d ) Dı Kurdıstana Tırkîyê de, zarê resmî bı Kurdîbî.
e) Dı Bîhîstanên Kurdıstan’ê de, xwendın bı zarê Kurdîbî, lê Tırkîjî bê hînkırın. Ünüversîta Kurdıstanê bê danîn. Xwendayên xîzan jı alîyê dewletêve bıdıne xwendın.
f ) Lı Kurdıstanê de Radyo û Telewîzyon bı zımanê Kurd’î vebın.
g ) Kıtab, Kowar û Rojname bı zımanê Kurd’î bên çapkırın.
h) Jı zanyarî (ılım) û îbadeta DÎNÎ’re, Mela û ÎBADETXANEYÊN lazım bı destê dewletê, bê kêmayî bên pêkanîn.

Madda : 4 - Partî dıxwaze : Dewlet, azayî û serkeftın û pêşveçona Kurdıstanê, bılez û bı ber’rî destpêbıke.
d )

JIBO PÊKANÎNA VA :

a ) Jı gundîyare: xanî, erd, tov û gırêdî pêkbîne. Çandın û fırotana tıtûnê serbest bıke
b ) Jı bo karker û cotkar û palare : Şuxul û kar peydabıke.
c ) Jı esnaf û bezırgena’re : Qıredî zêde veke.
Bıcîkırına koçeran lı deşt û zozanan. Temînkırına çêrê û debarê jı terşeware.

Madda : 5 - Çêkırına rê, sed, baraj, fabrîqe û sınet’ên gıran û nexweşxanan.

Madda : 6 - Petrol û Meden, bên derxıstın û dı welatê Kurdıstanê de bê tesfîyekırın.

Madda : 7 - Petol û Medenên lı Kurdıstanê dertên, lazımê % 75. karêwan lı Kurdıstanê bê xerekırın.



====================================================



H O N A N D I N A ( Teşkilata ) PARTÎYÊ .

“ Teşkilata Partîyê dı madda 8’anda nîşan dıde kû bı Cıvîna Mezın, Koma Navkom, Koma Heremî, Koma Cî, Koma Alîkar û Koma Bıra tê meydanê.

Ev nîzamname jı madda 8’an heya 51’an dıdomîne. Srecemê van madda’an vıha nın :”
Madda 8 - Jıbo pêkanîna armanca Partîyê, Partî bı vî avayê jêr hatîye honandın:

A ) Cıvîna Mezın
B ) Koma Navkom
C ) Koma Heremî
D ) Koma Cî
E ) Koma Arîker
F ) Koma Bıra

Madda 9 - Cıvîna Mezın:
a ) Cıvîna Mezın, jı dû azayên Koma Navkom û jı her komên heremî dû azayên bıjartî û bı serekê partîyê va tê meydanê.

b ) Cıvîna Mezın, an dû salan carek yan ne xwe bı fermanê Serokê Partîyê yan jî bı kerara jı dû 2/3 azayên Koma Navkom kom dı be.

c ) Cıvîna Mezın, bılınttıre jı hemî komên Partîyê.

Madda 10 - Selahîyet û Vazîfeyên Civina Mezın :
a ) Guhartın û nav danîna Partîyê
b ) Guhartın û helbıjartına Serekê Partîyê û Koma Navkom.
c ) Nîşandan û kıfşkırına rîya xebata Partîyê.
d ) Kontrola Xebata Koma Navkom û Bütçeyê Partîyê. Bettalkırına qerarên Koma Navkom.
e ) Jı halê rakırına ( fesha ) Partî yê.

Madda 11 - Koma Navkom :
a ) Pıştî Cıvîna Mezın, Koma Navkom mezıntıre jı hemî Komên Partîyê.
b ) Bona pekanîna armanca Partîyê, hemu xebat û şolê Partîyê dajo û bı vê gorê komên dîtır dı neqeba her dû Cıvînên Mezın da dıde xeptandın.

Madda 12 - KOMA NAVKOM, JI 11 - 13 Azayên kû Cıvîna Mezın Helbıjartîye tê danîn.

Madda 13 - VASFÊN AZAYÊN KOMA NAVKOM :
a ) Bıvê emrê vî ne kêmî 25 sala bî
b ) Dıbê bı hendîkayî 4 sala dı Partîyêda xebat kırıbî
c ) Dı jîyana xwe û xebata xwe ya Partîyêda dıbê kû çaq û kamîran bî.
d ) Xweyî hesyet û şeref bî.




SELAHÎYET Û WEZÎFEYÊN KOMA NAVKOM :

Madda 14 - Koma Navkom jı nava xwe sekreterêk û çar azayên Mekteba Sîyasî dıbıjêre. Jı bo meşandın û pêşveçona Partîyê, Qomîta pêktînê.

Madda 15 - Qırarên Cıvata Mezın bı cî tînê.

Madda 16 - Jı bo pêşveçon û zexımbûna Partîyê, qıraran dıstîne û pêkanîna wan qıraran dıxwaze û qontroldıke.

Madda 17 - Dılman û hevketına neqeba azayên Partîyê, neqeba aza û Mekteba Sîyasî û neqeba Mekteba Sîyasî û Komê dîde heldıke.

Madda 18 - Serfkırına perên Partîyê kontroldıke.

Madda 19 - Lı pêşberê Partîyên Sîyasîyên dı Tırkîyê de, Sîyaseta Partîyê tesbîtdıke.

Madda 20 - Lı pêşberê fıkrên Sîyasî, Iqtîsadî û Komelîyên cîhanîde fıkra Partîyê kıfşdıke.

Madda 21 - Lı gora NIZAMÊ, karker û cotkarên Kurdıstanê hêşyardıke.

Madda 22 - Pêkanîn û derxıstına rojnama û kowara; belavkırına beyanata û kıfşkırına heyeta jıbo va qerara’re.

Madda 23 - Bersûwa pırs û gılîyan, helkırına xayîleyên Partîyê.

Madda 24 - Kıfşkırına Cî û zemanê CIVATA MEZIN û rojnama Cıvîna Mezın.

Madda 25 - Tebîta ûsûla delegeyên Cıvîna Mezın.

Madda 26 - Betalkırına qırarên komên jı xwe nızımtır.

Madda 27 - Danîna Komên Cî û Herêmî.

Madda 28 - Hısaba Mekteba Sîyasî datînê û wezîfeyên wî nîşandıde.

Madda 29 - Jı cem xwe dıkarê ½ aza jı Komên Cî û Herêmîre tayîn bıke.

Madda 30 - Dıkarê jıbona xwortkırına teşkîlatê û pêkanîna ARMANCA Partîyê: Qasıd, Arîker û Şehna bışeyne bo hemî koman.

Madda 31 - Koma Navkom, 2-medan carek; yan gava lazımî hebî komdıbe.

Madda 32 - Azayên dı rîya xebata Partîyê de, hepıs, an nefî bıbe; yan dûrbıkeve cîyêwî tê parastın.

Madda 33 - Mekteba SİYASİ: Mekteba Siyasi, jı Sekreterê Koma Navkom û çar azayên kû Koma navkom jı nav xwe bıjartıyî tê danîn.

Madda 34- Mekteba Sîyasî, qırarên Koma Navkom tînê cî, guhartına siyaseta partîyê kû lazım bıbe; Koma Navkom cıvate. Gava cıvata Koma navkom pêkneyê, wê gavê Mekteba Sîyasî şuğlê Partîyê dıbînê, xebata Partîyê dajo.

Madda 35- SEREK’ Ê PARTİYE:

Serekê Partîyê, Serekê Partî û Koma Navkome. Xweyê heqqe kû rîya û fıkra nîşanî Koma Navkom û Mekteba Sîyasî bıde. Cıvîna mazın û Koma Navkom, dıbın serekîye wî de kombıdın.

Madda 36- SELAHİYETA SEROK:

Dı ehwalên mûhîmde
Wextê cıvata Cıvîna Mezın borî be. Dıkarê beyî qırarê Koma Navkom, Cıvata
Cıvîna Mezîn kombıke.

Madda 37- SEKRETERÊ KOMA NAVKOM:

Sekreterê Koma Navkom, bı azayên Mekteba Sîyasîbe mesûle. Şuxlên îdarî û hemî nıvısandın û emrên partîyê, pıştî kû xweyî selahîyet ımzabıkın; dıvê yan dıbın ımzayê xwe yanjî dıbın ımzayê arîkerê xwe de bıde şandın. Hemû şûxlê Partîyê, ên Sîyasî û tenzîmî dınêre. Hemû şûxlê îdara Partîyê, lıser mılê Mekteba Sîyasîye. Azayên Mekteba Sîyasî, lıgora ıxtîsasa xwe her yek lı îşêk dınêre. Sekreter, hemû şuxlan nîşanî azayên Mekteba Sîyasî dıde. Lê belê nıkarê bı serê xwe qıraran bıde.

Madda 38 - KOMAHERÊMÎ :

Dı herêmê kû Koma Navkom kıfşkırîye Koma Herêmî tê danîn.

a- Koma Herêmî 5/9 azayên kû Koma Navkom bıjartıbî datînın.
Dû heyva carêk Koma Herêmî komdıbe.

Madda 39 - Koma Herêmî, jı nav xwe sê aza dıgrê; jıwan yek serekê Koma Herêmîye. Serek bı herdû hevaşên xwe ve xebata Koma Herêmî pêktînê. Dıvê Koma Navkom, Serekê Koma Herêmî teswîb bıke.

Madda 40- Bu destûrdana Koma Navkom, Koma Herêmî dıkarê rojname û kawarêk derînın.

KOMA Cî

Madda 41- Koma Cî, jı 3/7 Serekên Komê Arîker, lıwî cîyê kû Koma Navkom daya kıfşkırın, bıdestê Koma ........ tê danîn. Dıvî cîyîda Partîyê Koma Cî temsîldıke. Mesûlê îdare û xebata Partîyêye. Lıwî cîyê xwede, emrên kû tên pêktîne û wan emrûn xebatên Partîye lıgora Nîzamê dımeşîne.

Madda 42- Wezîfe û Selahîyet KOMA CI

a- Şol û xebatê lı cîyê xwe tesbîtdıke, bo pêkanî na va, qırara dıstîne, mezîfeyên Koma Arîker û Komên Bıra, rêwan dıde. Û jı bona xebata wan, rênîşandı de.
b- Serekê Koma Cî û bı-dû alîker ve jınav xwe dıbıjêrın.
c-Lazîme Koma Navkom, Serekê Koma Cî qebûl bıke “teswib”. Wecta qebûl nekır, dıvê Koma cî Serekêk dî ................ Vê carê Koma Navkom, jı Serekê nû û yê kevın -jı herdûka yekî- qebûlbıke û qırarê xwe Koma Cî’re bışîne.
d - Serekê Koma Cî û dû arikarê wî, lıgora Nîzama Partîyê emrê jı Komên mezın hatın û qırarên Komên Cî ve pêkbînın û Partîyê lıwî cîyî îdare bıkın.
e - Dan û sıtandın dınavbera Koma Cî û Koma Herêmî, bı destê Serekê Koma Ci tê pêkanîn.
f - Jı xeyrî Serekê Koma Cî, azayEên komê heryek Serekê Komêkê Arîkere.
g - Koma Cî mehê carêk dıcıvê û dıwê mehêda tıştên kû lıcîye wan bûne lıser dıskının. Ji bo wan bûyîya tedbîr û qıraran dıstînın. Hedîseyên kû gelêk mûhîmın û xebera Partîyê jê tıne dıvê Koma Herêmî pê bıhısînın.
h - Bersûwa pırs û pırsîyarên sıra, dıde û yê bıke vê Koma Bıra, dı heqqêwîda qırara dıde.
i - Bınas û xetayên Komên Arîker û Bıra hebın dıkarê bınasê wan bıwan bıde zanîn. An tezîr bıke. An nexwe heta şeş meha wan jı Partîyê dûrbıke. Gava avêtına wan ji Partîyê lazım bıbî, dıvê destûr jı Koma Herêmî bıxweze. Lıser ....... Koma Herêmî, azayêk jınav xwe dıke Şehne’ye tehqîqatê û lı gora rapora Şehne, 2-3 azayên Koma Herêmî qırar dıde, paşî ew aza jı Partîyê tê avêtın.
j - Heyvî (aidat) û heqqên rojnama û kowaran, berhev dıke û jı Koma Herêmîre dışîne.
k - SÊ mehan carêk, xebata xwe jı Koma Herêmîre dıde zanîn.
Bersûwa pırsên Komên jı xwe jortır dıde.


KOMA ARÎKER :

Madda 43 - Koma Arîker, jı azayêkê Koma Cî û çar azayên Arîker tê danîn.

a - Azayê Koma Cî, Serekê vê komêye.
b - Pıştî kû Koma Cî cıvata xwe kır; paşwîre her aza arîkerên xwe dıde hev û qırarê Koma Cî jıwarê dıbê û dıde zanîn.
c - Wezîfên Koma Arîkêr, eve kû: Emr û wezîfeyên kû Koma Cî, jı Koma Bıra’re daye kıfşkırın û pırs û pırsîyarên Komên Bıra, jı Komên Cî’ra.
d - Heyvî (aîdat) û heqqên rojnama û kovaran bıde hev û teslîmî Cî bıke.
e - Jı ğeyrî Serekê Koma Arîkar, tû azayên vê komê nıkarın aza û serekê Koma Cî nasbıkın.
f - Azayên Koma Arîkar, dıvê hındık salêkî dı Koma Bıra de xebıtîbî.
g - Bî qırar Koma Cî, azayên Koma bıra; bılındê Koma arîkar dıbın.


KOMA BIRA

Madda 44- Koma Bıra, jı 3. Kesa çêdıbî. Yek jıwan hersîyan Serekê Komêye.

Serek, şuxlû xebata komê dımeşîne. Koma Bıra xîmê honandına Partîyêye.


a ) Koma Bıra, lıgora Nızama emrê Partîyê jıbo xwurtbûn û zexımbûna Partîyê dışuxule, xebat dıke û fıkra Partîyê lı nav Mılletê xwe belavdıke.
b) Heftîyê carêk Koma Bıra dıcıve, bı cîanîna wezîfan çavnêr dıbî, wezîfên wê heftîyê lınav azan belavdıke.
c) Bendewara jı Partîyê’re peyda dıke û ARMANC’ên Partîyê bıwan dıde zanîn. Mılletê xwe lıgora fıkra Partîyê hêşyar dıke.
d) Emr-û- wezîfeyên jı alê Partîyê ve, jêre hatıne kıfşkırın dıvê bînê cî.
e) Êhwalê MILLET bı Partîyê dıde zanîn.
f) Heyvîyên Bra û Bendewar’a, heqqê kowar û rojnama û teber’rûan dıde hev û jı Koma Arîker’re dışeyne.
g) Beyanat û rojname û kowarên Partîyê, dıde belevkırın. Dı heqqên wan de fıkr -û- daxwazên xwe jı koma jor’re dıdıne zanîn.
h) Pıştî salêk an sal -û- nîv Bendewarê kû laîqbe jıbo Bıra’yîtîyê jı Koma Cî’re dıde zanîn.
i) Mehê carêk lı heqqên xebata xwe de, Koma Arîker bıde serwextkırın.
j) Hezjêkırına neqeba xwe û mıllatê xwe zêdedıke, jıbo kû ehwalê Mılletê bızanê û bıkarbî fıkrên Partîyê bıwan baş bıde zanîn.



B E N D E W A R :

Madda 45 - Dı nav Mıllet de, yê kû meylawî lı ser Mıllet heye û exlakê xwe da başe, ew kes, dıkare jı Partîyê ra dıbe bendewar.

Bendewar jî weka azayên Partîyê, emrên Partîyê tînîne cî û bedelên xwe dıdın. Ew jî wekî azayên Partî sır û menfîêtên Partîyê dıparêzın.


WEZÎFEYÊN AZAYÊN PARTÎYÊ

Madda 46 - Azayên Partîyê, Peşmergeyê armanc û şuxlê Partîyêye.

a) Emrê Partîyê dıwê bê qemayî bînê cî.
b) Dıwê her û her yekîtîya nava Partîyê û navbeyna Mıllet û Partîyê bı parêzê.
c) Dıwê jı bona zanyarînîya xwe û hevalên xwe bıxebıte.
d) Dıwê qemayîyên xwe û hevalên xwe jı Partîyê’ra bıbêje û tû tıştê jı Partîyê re ve neşêre.
e) Dıwê rabûn û rûnıştına xwe (tekîlîyên xwe) bı xelqêre zede ke û guh bıde fıkrû xwestekên Mıllet û hetta jê bê bıxwe yan bı alîkarîya Partîyê hev ketın û dılman û derdên Mıllet derman bıke. Lı gora fıkrû armanca Partîyê Mılletê xwe heşyar bıke.
f) Dû bendî û kumpanîyan jı nava Mıllet rake yekîtî û bırayetîya fert û malbatan, neyartîya neqeba eşîran rake û dı nava Mıllet’de aştîyê bı cî bıke.
g) Dıvê bê emrê Partîyê nekewê tû Partîyê sîyasî û vazîfeyên resmî.
h) Dıvê bê destûra Partîyê cî û mekanê xwe negorînî.


ŞARTÊN KETINA PARTÎYÊ:

Madda 47 -
a) Dıvê nîzama Partîyê bıxwîne û armanc û fıkrên Partîyê qebûl bıke.
a) Dıvê komên Partîyê’de xebatê qebûl bıke.
c) Dıvê emrê vî 17 salan qemtır nebî û xwezan bî .
d) Dıvê rast bî, qenc bî û xudan şeref û rûmet bî
e) Dıvê ne xwayîyê fıkrên dıjê ARMANCA Partîyê be.
f) Dıvê tû car xıyanet bı mılletê Kurd ra nekırıbe
g) Dıvê ne xwayîyên fıkrên bıyanîyên mıllet be.
h) Dıvê jı derbê û jı kar neketıne.
i) Dıvê mıllet parêz û sîyasetzan be.

Madda 48 -
a) Dıvê yekû bıkeve Partîyê sûnd bıxwe û lı gora teqeta xwe hınêk pere bıde.
b) Her meh, heyvîya xwe bıde.
c) Heywî (Aidat) qemayî yek.- û prayî sed.banknot perê Tırkîyêye.


ŞERTÊN DERKETIN Û AVÊTIN JI PARTÎYÊ

Madda 49 - Her aza gava bıbê bı destûra Partîyê dıkrê jı Partîyê derkewê.

a) Destûra derketına azan bı vî avayîye: Jı Bıra ra Koma Cî, jı Arîker Koma Cî ra Koma Heremî, jı azayên Koma Heremî ra Koma Navkom, jı Koma Navkom û Serekê Partîyê ra Cıvîna Mezın ızın dıde.
b) Evên kû bê ızına Partîyê derketıbın û carekê dın dıxwazın bıkevıne Partîyê, nıkarın cîyên xweyên qevın bıgrın. Ancax bı qerarê Koma Navkom, weka bendewar bıkevın Partîyê.
c) Yên jı aliyê Partîyê va jı ber vezîfeyek jı Partîyê derketıbın, pıştê kû vezîfe wî kesê xılas bıbî bıkarê bıkewe cîyê xwe yê berê
d) Yên kû bê ızına Partîyê derkevın, weka yên jı Partîyê tên awêetın muamele wan ra tê dîtın.


AVÊTIN (IXRAÇKIRIN) JI PARTÎYÊ

Madda 50 -
Dı wan halên jêrda aza jı Partîyê tên awêtın:
a) Ewên kû sırên Partîyê dane der û eşkerakırıne.
b) Ewê kû dı dıjê armanca Partîyê çoye
c) Ê kû wezîfeyên Partîyê dane yê bê ûzûr nanîye cî
d) Ê kû şert û vesfên ketına Partîyê vında bıke. (veka şertên madda 49)
e) Evê kû 3 mehan bı heyî hev an dı salê de heyvîya xwe nedabî.

Madda 51 - Qırarê avêtına jı Partîyê vıha ye:

a) Jı Koma Bıra û jı Koma Arîker ra, Koma Heremî,
b) Jı Koma Heremî û Koma Cî ra, Koma Navkom qerar dıde.
c) Ancax qerarê avetına azayên Koma Heremî dıvê jı alê Cıvîna Mezın wa be pejırandın.
d) Evên kû jı Partîyê bên avêtın carêk jı nıkarın bıkevına Partîyê.


MADDA ÊN MUVAQET

Madda 1 - Hetta Cıvata Cıvîna Mezın, hemû vezîfe û Selahîyetên Koma Navkom û Cıvîna Mezın dı destê damezrandowan da ye.

Madda 2 - Hetta 5 salan yên kû Partî damezrandıne, dıkarın Cıvîna Mezın Kom nekın.


MOHIR ( ŞEQIL) Û IMZA

DÎYARBEKIR 11 Tîrme 1965



Serek: Zinar ( Av. Faik Bucak )
Sekreteter : Peşmergeyê Welat ( Sait Elçi )
Mihesip : Evîndarê Welat ( Şakîr Epözdemîr )
Aza : Durnas ( Av. Ş. E. )
Aza : Jîrek ( Dervîş Akgül )
Aza : Bendeyê Welat ( Ömer Turhan )